30 yıl aradan sonra Timur Selçuk'la birlikte 'Bizim Şarkılarımız' konserlerine yeniden başlayan Türkçe popun dev ismi Nükhet Duru, "İnsanlar geldiğinde koşulsuz sevgiyi ve saygıyı hissediyorlar. Bu da çok az kaldı günümüzde. Duygular ucuzlayınca, aşklar gündeliğe kaçınca eser de çıkmıyor. Çünkü sanat seri aşk ile çıkar. Derin duygularla çıkar" diyor.
Ben sizin MS hastalığı geçirdiğini bilmiyordum.
Ben biliyorsun hep şahane şeylerden söz etmeyi tercih ederim. Çöküşlerim veya üzüntülerim, bunları çaktırmamaya çalışırım.
Bu yıldız olmanın gereği mi yoksa gerçekten hayatın içinde de öyle misiniz?
Hayat içinde de öyle bir kadınım, çünkü herkes o tür şeylerle prim yapmayı öğrendi. Daha fazla sevdirmeyi, daha fazla şefkat görmeyi amaçlayarak farklı sunumlar olabiliyor. Şimdiki geçiren arkadaşım (Serdar Ortaç) için söylemiyorum. Onu hemen aradım ben. Ve dedim, “Ben yendiysem sen kesinlikle bu süreci atlatırsın.” Aslında geçirdiğim şeyin ne kadar ciddi bir şey olduğunu bilseydim, belki kurtulamayabilirdim o zaman, çünkü tam teşhis konulmamıştı. Yani hastalığın adı bilinmiyordu Türkiye’de. Bu insanın tamamen kötü duygusal birikimlerinin küçük beyne yerleşip sinir ve hormon dengesini bozması. Tamamen bu yüzden.
Yani psikolojik bir şey?
Hastalık tamamen psikolojik bir şey. Buna inanıyorum. Ve mutlaka şimdiden hastalığı çok taze olan Serdar’ın geçirdiği şeyinde çok yüklenmesinden ve çok zan altında kalmasından neredeyse 10 küsur yıldır, tahkir edilmesinden ve onu biriktirmekten kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü çok başarılı bir çocukken başarısının tadına varamadı.
Nükhet Hanım, çok uzun yıllardır yıldızsınız. Yıldız olarak ayakta kalmak çok mu zor bir şey?
Ben tamamen yeteneğim ve şarkı söyleme farklılığım sayesinde ayakta kaldım. Ne bir strateji ne de taktik uyguladım. Çünkü umurumda değildi. Çok sevmiş olduğum bir şey yaparak çalışıyor göründüm. Üstüne bir de para kazandım. Ya bundan daha şahane bir şey olamaz. Bir bankacı olsaydım böyle mutlu yaşar mıydım? Hayır. Yeterince alkış, yeterince başarı, yeterince şefkat, bir kadın olarak beğeni… Her şeyi aldım. Bu sebeple kendimle barışık bir kadınım.
Hani anlatırlar ya gazino döneminde, orada tutunmak çok zordur, orası aslında bir gayya kuyusudur, orada ki entrikalara dayanmak çok zordur diye…
Ben bütün bunların hepsini serinkanlılıkla atlattım. Başarılı olduktan sonra ve tabi ki beğenildikten sonra, ben daha bir şey söylemeden olmam gereken yer belirlenmişti. Ve Türkiye’deki tek örneneyim. Birinci kız çıkıp sonra sonuncu solist çıkmak…
Ben sizi Çakıl’da sizin solist olarak çıktığınızı hatırlıyorum.
Aynı Çakıl’da da ilk kız olarak çıkardım.
Ne garip bir duygu, değil mi?
Bunu yaşadığım için çok mutlu hissediyorum kendimi çünkü ben sahnenin okulunda büyüdüm. Orada deneyerek, yanılarak, görerek, bir daha baştan alarak her gece bunları yapabilme imkânımız vardı. Şimdi çok üzülüyorum gençlere. Hani ayda yılda bir konser olacak da kendini sınayacak. Çünkü bizim işimizde en önemli şey kendini sınayabilmek ve iyisini arayarak bulabilmek.
Müzik sektörü çok değişti mi?
Hep çalkantılıydı. Türkiye’de pek fazla değişmedi. Teknoloji öne geçti, duygular geriye gitti. Ama dünyada da bu görülüyor. Duygular ucuzlayınca, aşklar gündeliğe kaçınca eser de çıkmıyor. Çünkü sanat seri aşk ile çıkar. Derin duygularla çıkar. Bu yüzden sadece daha teknolojik başarılara teslim olduk. Dışardaki tek değişiklik klasik müzikleri, yeni klasikleri göz ardı etmiyorlar. Hepsini bir arada alabiliyorlar. Bizde zaman zaman bir tek şey çıkıyor ve herkes onu yapıyor. Böylelikle birbirlerinin çalınmışı oluyorlar. Gündelik sözleri basitçe şarkılar yapılıyor.
Ama tutuyor da…
Tutuyor ama üç ay. Dördüncü ay kimse hatırlamıyor. 30 yıl tutan şarkı şarkıdır hayatım. ‘My Way’ ve Melankoli’ gibi…
‘Ben Yine Sana Vurgunum’ gibi.
Bunlar şarkıdır. Öbürü şarkı değil sadece bir şey. Bir şeyler eğlendiriyor. Eğlence müziği ile sanat müziği çok ayrı bir yol.
Siz dışardan algı olarak çok süslü, kokoş bir kadınsınız. Ben sizinle bir seneye yakın sabah programı yaptım ve sizi hiç makyajsız görmedim.
Makyaj benim saklandığım bir nokta. Oğlum bazen, “Anneciğim lütfen makyajsız çık” diyor. Makyaj olunca benim gerçek kişiliğimi dinlendirebiliyorum.
Zor değil mi böyle?
Zor tabi. Çok emek istiyor ama seviyorum süslenmeyi, bakımlı olmayı. Aniden mesela eve gelsen beni öyle makyajsız göremezsin.
Hep bakımlısınız.
Ee aynaya bakıyorum ayol!
O gün kimsenin gelmeyeceğini bilseniz bile bir şeyler yaparsınız...
Bir kalem çeker, bir ruj sürer ve bir allık sürerim. Belki de kendimi ifade etme biçimim dış görüntüm. Sonuçta bizlerde sizlerin bilmediği üzüntüler, sıkıntılar yaşıyoruz ama ben kendimi sizleri buna ortak etme hakkını kendimde bulmuyorum.
Bu Cumhurbaşkanlığı Vizyon Toplantısı’na çağrıldınız. İlk sizin adınız çıktı Nükhet Duru gidecek diye. Sonra da ilk açıklama siz yaptınız “Biz gitmeyeceğiz” diye. Bu nerden çıktı? Gidecek lafı sonrası sosyal medyada süründünüz, sonra açıklamayı yapınca kahraman oldunuz.
Ben tatilimi yarıda kesip politika konuşması dinlemeye gelemezdim. Yalnız bunu son derece politik olarak algılayıp bize bunu nasıl yaparsın anlayışını hiç sevmiyorum. Ben sadece ülkemin geleceği için güzel şeyler istiyorum. Çünkü sebepleri ve sonuçları en ince ayrıntısına kadar bilirsek yorum yapabiliriz. Ne tavrım var, ne de kayıtsızım. Güzel günler istiyorum ülkem için. Ben biliyorum ki değişmeyeceğim. Bugüne kadar kaç tane cumhurbaşkanı, başbakan veya kültür Bakanı gördüm. 40 yıl yakın bir zamandır ben aynı şekilde duruyorum ama onlar hatırlanmıyorlar. “Eski bakan” diye bahsediliyor ama benden “Eski şarkıcı” diye bahsedilmiyor. Çünkü ben üretiyorum. Bu yüzden tarih bize herkesin zaman içinde ne olduğunu gösterecek. O zaman konuşacak bir şeyim olabilir. 3-4 yaşındayıdım, konuşmaları şöyle böyle hatırlıyorum. Babam, “Ülke batıyor” derdi ama ülke halen ayakta.
İstanbul’a yapılan kuleler, uzun inşaatlar…
Hiç hoşlanmıyorum, çünkü onun bir bölümde olması lazım. Parisli aptal mı? O güzelim binaları yıksın öyle binalar diksin. Dünyanın en güzel müzelerinden biri İstanbul aslında ama artık, “Burada şu yoktu, buraya neden bunu yaptılar, dikitiler” diyorum. Çirkin bir yapıyı yıkmaya varım. Güzel ve düşünülerek, sanat eseri gibi yapılan bir binanın yerine AVM yapılmasına yokum. Bir doğru dürüst konser salonu olsun. Zorlu (PSM) çok güzel ama çok pahalı. Halkın da gideceği, sevdiği sanatçıları dinleyebileceği, kendi becerilerini gösterebileceği bir yerler olmalı. Sanatsız bir millet mutlu olamaz. Her şey bizi vuruyor.
Bütün sanatçılar son zamanlarda aynı şeyden şikâyetçi?
Bozuluyoruz. Biz aç susuz kalmıyoruz ama bu işin emekçileri var. Orkestra var, tesisat var, organizatör var, mekân kiracısı var. Yani bütün egolardan arındığı zaman insan benim yaşımda ve benim kıdemimde etrafını düşünüyor, çocuklar doysun, kazansın diye...
Gökhan Türkmen de aynı şeyi söyledi. “Biz eğlence değil sesimizle sanat yapıyoruz” dedi.
Elbette. Çokta beğeniyorum Gökhan’ı
Timur Bey’le (Selçuk) birlikteliğiniz çok şatafatlı oldu. Galiba yıllar önce ben Şan Tiyatrosu’nda seyrettiğimi hatırlıyorum. Ben bunu hep şöyle yorumladım. Aslında insanların sahneden hep muhalif bir duruşa ihtiyacı var ve bu bugüne kadar gösterilmedi. Timur Bey ile birlikteliğiniz kitlelerin içindeki muhalif duyguyu coşturdu.
Öyle oldu. Benim mesleki anlamda kendimi fark ettiğimden günden itibaren savunduğum tek şey hümanizmdi. İnsan olmak, insana saygı duymak, yaratanın yarattığı her şeye saygı duymaktı. Hümanist ile aynı zamanda muhalif birisi çok uyumluydu. Bir de benim ilk hocam. İkincisi, insanlar geldiklerinde koşulsuz sevgiyi ve saygıyı hissediyorlar. Bu da çok az kaldı günümüzde. Ben mesela, “Onun sırası değiştirelim” dediğim zaman o her şeye “Hayır” diyen adam, “Vardır senin bildiğin bir şey, tamam” diyordu. Biliyor çünkü ben onu her şekilde korurum, kollarım, iyi olmasını isterim. Başım döndüğü zamanda bile bana bakışıklarıyla, sözleriyle flört ederdi. Biz birbirimize iyi gelen karakterleriz, ki hocam cidden zor mizaçlı bir insandır. Neden? Çünkü çok önemli bir sanatçı ve bu yüzden kırılgan. İnsan şefkate doyduğu zaman sakinleşir. Ben bu şefkati bir şekilde kendi kendime inşa ettim. Şarkı söylediğim zaman bütün sıkıntılarımdan arınıyorum, çünkü yükümü atıyorum üzerimden. Ağlıyorum, gülüyorum, seviniyorum, baştan çıkarıcı oluyorum… Bütün bunları yaşayınca mutlu mesut bebek gibi bir kız gidiyor eve. Bir de yaşanmamış bir çocukluk, genç kızlık durumu var. Onlar da içimin bir tarafında duruyor. Bazen biri çıkıyor, bazen diğeri ama çıkıyor. O kontrolsüz gibi görünen neşemle onlardan biri çıkıyor. Ben de onlara çok mani olmuyorum artık.
Oğlunuz da neşenizi kontrolsüz bulur mu acaba? İşte, “Anne yapma şöyle” diye...
Yok yapmaz, tam tersi beni sakin gördüğü zaman paniğe kapılır! Şimdi oğlum beni öpücük manyağına çevirdi. Artık, “Cem düş yakamdan” diyorum. Sonra bana, “Nasılmış, nasılmış” diyor.
Siz çok sakarmışsınız.
Kim söyledi? Evet öyleyim.
Çok şaşırdım duyunca. Çünkü ufacık, düz sahnede böyle hiç kimseye değmeyen, ufacık-tepecik birisiyken kocaman salonda iki vazo kırıyormuşsunuz...
Sahneden inince işte öyleyim. Sahnedeki ben çok ama çok farklıyım. Öyleyim ama bu biraz MS hastalığıyla ilgili. Düz çizgi yürüyemem. Ben sahneden inince davranış bozukluğu gösteriyorum. Bir tek orada doğruyum. Orada büyüdüğüm için herhalde.
Sizin için “Sahnesi çok iyi” derler. Bu tam olarak ne demek?
Seviyorsan iyidir, sevmiyorsan yapamazsın. Bütün duygularımı yaşayıp orada tatmin oluyorum. Bu da zaten seyirciye geçiyor. Benim şişirip indiğim sahne olmaz. Ben ne yapar ne eder söküp alırım alkışımı. Doğam öyle gelişti.
Hani derler, “Japon seyirci toplanmış buraya” diye. Siz o zaman sinir oluyorsunuzdur öyle bir şey olduğunda.
Ben o Japonları Türk’e döndürürüm canım!
Çok büyük bir emek bu ama.
Tabii. Ben bunu böyle öğrendim. Salim Dündar’dan öğrendim. Çok büyük bir hocaydı. Bana, “Alkış almadan inemezsin” derdi. “Alkış alamazsam” dediğimde, “Alacaksın, istersen amuda kak” derdi.
Ben hep sanatçılar birbirlerini çok kıskanır zannederdim.
Kıskanma vardır ama rekabetle iyiye gitme amacıyla. Biz her zaman rekabet halindeydik ama birbirimizi kırmadık. Kalp çizmedik. Sadece daha iyi elbise, daha iyi şarkı, daha iyi bir durum ve konum için çalıştık. Kimse kimsenin ekmeğiyle oynamadı. Kimse kimsenin kocasına göz dikmedi. Kimse kimsenin arkasında konuşmadı. ‘Üç yapraklı yonca’ için konuşuyorum. Nilüfer, Sezen ve ben olarak bugün bu yaşlarımızda birbirimize kardeş gibi sarılıyorsak bu duygularda büyüdüğümüz için. Ama mesela Nilüfer bir şarkı okuduğunda Sezen, “Çabuk gel, çabuk gel. Çok fenayım. Bak dinle, ne olacak bu” diye ağlamaya başlardı. ‘Böyle Ayrılık Olmaz’ şarkısını dinlediğimiz zaman, “Ne yapacağız, şarkı yapmamız lazım. Söyle, bağır, otur” derdik. Böyleydi bizim kıskançlığımız. Arkadan çekiştirme yoktu yani.
Ajda o üçlünün içine girmiyor mu?
Bizim için genellikle ‘Dört yapraklı yonca’ derlerdi, çünkü biz ona yetiştik ve çok güzel dönemler geçirdik. Hem gazino hem konser dönemi. Ama bizden bir nesil önce, biz ona öykünerek başladık. Yani Nilüfer okuldaydı, ben okul yaşında sahnedeydim. Ee Sezen İzmir’deydi, okuldaydı. O Ajda taklit ederek başladı. Ben okuldayken saçlarımı sapsarı yaptım acaba benzer mi diye ama sonucta korkunç bir şey oldum! O yüzden o bizim öncümüz. Ona aşk ve saygıyla bağlıyız.
Algıda herkes aynı dönemdeymiş gibi geliyor insana?
Ee çünkü biz gittikten sonrada Ajda devam edecek. Ajda her dönem Ajda. Ona bir şey olmaz. O en büyük kurum Türkiye’de, ne Koç ne de Sabancı. Ajda çok tatlı bir kadın. Mesela bana, “Sen pop söylüyorsun. Kendini topla biraz. Çok klasik giyiniyorsun” dedi. Sonra ben de, “Ee klasik söylüyorum” dedim. Bana, “Hmm evet, evet” demez mi? (Gülüyor) Bir keresinde de Ajda, Hande Yener’le ilgili Sezen’in kulağına eğilip, “Biz bunun da jübilesine gideriz, değil mi?” demişti! (Gülüyor)
Bugüne kadar “Keşke şunu yapmasaydım” dediğiniz bir iş oldu mu?
Hayır. Çok yanlış kararlar verdim ama olmalıymış diye de düşündüm. Çünkü o keşke adamı öldürür. Olmalıymış. Yazılıymış. İnsanlar planlar yapar kader de onlara karşıdan güler! Ben buna inanıyorum. O kadar istemediğim şeylerle karşılaştım ki. Bir kader, bir yazgı var. Yanlışı yaşaman gerekiyor ki gelen diğer iyi seçeneği bir dahaki sefer reddetmeyesin. Bu yüzden keşke diyerek kendimi ufalamadım.
Siz de eli maşalı solistlerden biri miydiniz?
Hiç. Liste asmadım. İlk başından gelmiş biri olarak çok utandım öyle bir şeyden. Zaten her zaman repertuvarım acayip olduğundan kimse okuduğum şarkıları okumazdı. Benim şarkılarıma da çok zor cover yapılır. O kadar yapışmış ki hücrelerime. Onu oradan söküp kendine bağlayabilecek çok az yetenek var söylemesi ayıp. Çünkü okuduğum şarkının kendisi oluyorum. Ben şarkı seslendirmem, ben şarkı olurum. Yorumcu amblemi Türkiye’de benimle oturdu.
Yeni yetişenleri nasıl buluyorsunuz Türkiye’de?
Çok çok iyi buluyorum.
En iyi kim sizce?
Sıla’ya bayılıyorum, modern aydınlık bir Cumhuriyet kadını ve emek veriyor. Ceylan Ertemi dinledim. Çok beğendim. Ne dediğini biliyor. Neden bahsettiğini biliyor. Bugün en büyük eksik şarkıyı söylerken ne dediğini düşünmeden söylüyorlar. Cem Adrianı da çok özel buluyorum.
Şarkı sözleri ona müsait değil? ‘Ben Yine Sana Vurgunum’ demek başka, ‘bıttırı bıttırı bıttırı’ demek başka! Arada çok fark var.
Var tabi. O şarkılar inan 3 veya 6 ay dayanıyor. Bir şarkıyı 6 ayda yapıp kaydetmek mi ticarettir yoksa 35 yıldır aynı şarkıyla alkış alıp konser doldurmak mı ticarettir?
Sizinki uzun vadeli yatırım.
Bana gençlere ne tavsiye ettiğimi soruyorlar? “Kendilerine ve sanatlarına yatırım yapsınlar” diyorum. Bu bir sanat olarak görmeleri gerekiyor. Eğer ben bir tane şarkı yapıp onu satayım sonra kendime bir jip alayım diye bakarlarsa… Ben yıllarca eve para götüremedim. Yani geçineceğim kadar para kalıyordu, çünkü özel orkestra kurdum. Derdimi anlatabilmem benim orkestramla mümkün oldu. 2 bin 500 lira alırdım, geriye kalan 250 lirayla bir de tesisat alırdım. Çünkü sesimin iyi duyulmasını isterdim.
Eskiden şarkıcı hangi partiye oy attığını, hangi takımı tuttuğunu söylemezdi. Sanatçılar da giderek politize olmaya başladı. Bu doğru bir şey mi yoksa yalnız bir şey mi?
Bence şahsiyetlerini bulmaya başladılar. Politize olmak değil. Eğer ben Galatasaray’ı tutuyorsam ve bunu herkes biliyorsa, Fenerbahçe’yi tutuyorum diyemem. Ama Fenerbahçe olmadan Beşiktaş olmaz. Beşiktaş olmadan Galatasaray olmaz. İnsanlar gruplaşıp kavga etme derdinde. Bu bir spor, bu bir medeniyet.
Ama bu durum oy verme meselesi için de geçerli. Eskiden insanlar saklarlardı. Rengini belli etmek bir şey haline döndü artık.
Her şey bir moda. Ama çok yozlaştı duygular, davranışlar. Ben yine gizli olmasından yanayım. Eskiler, “İbadet de kabahat de gizli” derdi. Ben kimi seviyorsam onu biliyorum. Birbirimizin savlarını dinleyelim ama bu farklılıklar yüzünden kavga etmek… Sadece komiklik yani.
Başladığımız yere bence geri döndük.
Hiç sanmıyorum. Ben böyle medeniyetsiz insanlar görmedim küçüklüğümden beri. Ecevit ve Demirel birbirleriyle çok kavga ederlerdi ama ellerini sıkarlardı. Birbirlerini görmeden geçmezlerdi ama şimdi geçiyorlar. Ayakkabı fırlatmak istiyor mesela. Çok aşırı. Kadın hakları tamam ama...
Şiddete karşı konuşacaksın ama ayakkabı fırlatacaksın. Olacak şey değil.
Çok mu ateşli bir milletiz? Memleket için iyi şeyler istiyorum. Gençler için iyi şeyler istiyorum. Rahat okudukları ve okuduktan sonra iş bulabilmelerini istiyorum.
İş kısmı karışık ama.
Çok, çok, çok...
Armağan Çağlayan - Radikal
31 Ağustos 2014 Pazar
29 Ağustos 2014 Cuma
Nükhet Duru Bir Kabaredir (Nükhet'i dinlerken - 2)
1979 yılında, Rumelihisarı'ndaki 'Merhaba Müzik' müzikalinden bu yana 35 sene geçmiş. Hatırladığımız, bildiğimiz, çarpıldığımız ve İstanbullu divanın kendi adına yazılmış ilk sahne çalışması.
Oysa '77 yılına ait bir kabare çalışmasıdır Duru'yu sahne sanatları geleneğimizin henüz yazılmamış tarihine yerleştiren. Ali Poyrazoğlu ve Korhan Abay'la birlikte rol aldığı 'Yaşa Sevgili Dünya' adlı bu ilk kabare çalışmasında kabare o olur, o kabare olur ve yalnızca Liza Minelli, Shirley Bassey ve Eartha Kitt gibi kabare yıldızlarının yanında anılmayı hak eder artık ve Türkçe yazılmış müzikal ve kabarenin son 40 yıllık tarihi o olur bundan sonra. Kabaredir Nükhet Duru. Çünkü şarkı söylemek, dans etmek gibi zaten olmazsa olmaz yeteneklerin yanında çok yönlü bir oyunculuk isteyen bu tür, adeta onun için yazılmıştır ve üstelik batıdan gelen bu tarz, meddah geleneğinin bir başka versiyonu olmuştur sanki onun yorumunda. Hem kendisiyle dalga geçebilmek, hem seyirciyi oyunun içine sokarak eğlendirebilmek ve sahnedeyken güncel olanı sorgulatabilmek için gerçek hayatta güncel olanın sıkışmışlığından kurtulmuş bir zeka ve duyarlılık ister ki, o Nükhet Duru'dur.
Nükhet'in seyircisi her çalışmadan sonra başka bir ifadeyle tanımlama gayretine girer, yeni bir isim koyar ona, heyecanını dile getirebilmek için. Mesela o bir sahne kadınıdır; çünkü sahnenin her anına ve her milimine hakimdir, 'auiditorium'daki en uzak seyirciye kadar. Sahne canlanır, kanlanır o girdiği andan itibaren ve anıtlaşır bitirdiği anda. Ondan kalan renkler ve sesler o sahnenin silinemeyecek tozları olur ki, o yüzden hem Rumelihisarı hem Harbiye Açıkhava sahneleri boşken bile ondan kalan izlerle doludur. O bir konser şarkıcısıdır çünkü 'konser' sözcüğünün, Latince manasındaki gibi 'beraber hareket etmenin' ne demek olduğuna, yani sahne üstündeki diğer müzisyenlerle ve enstrümanlarla aynı anda nefes alıp vermenin nasıl mümkün olabildiğine an be an yakından tanıklık ederiz onun konserlerinde.
O bir canlı performans 'artist'idir; çünkü daha önceden yazılmış, söylenmiş ne kadar şarkı varsa, o söylediği anda sahnede yeniden yaratır ve bir sanata dönüştürür daha önceden bilinen ve kanıksanan her notayı. Bu anlamda, her eserin her defasında, her okuyucu-seyirci tarafından yeniden üretildiğini söyleyen post-modern sanat analizlerinin de başka bir örneği olur sahnede. Önce kendisi yeniden keşfeder o çok bildik şarkıyı ve sonra da dinleyicisine farkettirir o ana dek gizli kalmış onca ayrıntıyı. Salt bir konser değildir artık onun sahnesi.
Böyle gecelerden ve yukarıda yazılanların yazılmasına sebep olan büyülü performanslardan birindeydik bir yaz gecesi rüyası gibi bir İstanbul akşamında.
'Destina' bittiği anda seyirci çok uzun zamandır hasret kaldığı bir rahatlama ve boşalma refleksiyle adeta gürledi alkışlarıyla. Aynı kendinden geçme halini ve esriklik coşkusunu bir diğer doruk, 'Dönülmez Akşamın Ufkundayız'da yaşattı bize Duru, ismiyle müsemma bir duygu yoğunluğunda... bir su zerreciğinin içinde varolan sınırsız okyanusların çağıltısıyla ve bir o kadar da bir su damlası duruluğunda.
Ve o anlarda Klasik Türk Müziği'nde Müzeyyen Senar geleneğinden başka tek farklı ekolün Nükhet Duru tarzı olabileceğini düşünmemek mümkün olamazdı. Bu alışılmadık söyleyişin, çoktan yok edilmiş ve alçak gönüllülüğü şiar edinmiş bir Anadolu'lu ruhla, kibirden bir o kadar uzak eski zaman Dersaadet'inin 18.yy asaleti ve Bizans kilise müziğinin tanrısal sadeliğinin aynı topraklarda yaşamış olduğunun bir kanıtı olan müthiş bir terkipten beslendiğini kavrıyoruz üstüne düşünmeye başladığımızda. Tamburi Cemil Bey'in mızrak vuruşlarını yakalıyoruz çok derinlerden yakalanan her iç geçirişinde. Öylesine hüzünlü ve öylesine bu dünyadan uzak.
İşte bu yüzden tek bir an'ın dışındadır bu kadınla geçen zamanlar. Bir anın içindedir geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek. O yüzden bir pop müziği şarkıcısı değildir ve bugünün seyircisini eğlendirmekle mükellef değildir. Geçmişi bize yaşatırken düşündürür ve bir iç hesaplaşma halinde felsefenin sularına sürükler. Ne kadar hüzünlenseniz de ağlamazsınız hiçbir Nükhet Duru şarkısında; bir tevafuk duygusu yaşarsınız yalnızca. Bugüne dair bir şey söylerken 'carpe diem'dir omuzlarıyla, kaşıyla, gözüyle, nüktesiyle ve ince mizah duygusuyla. Gelecek ise hayaller, umutlar ve ıslah olmaz bir iyimserlikle önümüzdedir, hayat umutla başlar onun dünyasında. Birinden bir diğerine atlaya zıplaya geçer sahnede seksek oynayan kız çocuklarının rahatlığında.
Besteleri, düzenlemeleri ve hatta düetleriyle ilk plağından itibaren hep yanında olan, ve Nükhet'in hep aşk duygusuyla bağlandığı hocası büyük Timur Selçuk 30 yıl aradan sonra tekrar başlayan bu konser dizisinde piyanosuyla, sesiyle ve elbette yine bir 'konser' geleneği olan 'birlikte varolma' haliyle yine bizimleydi ve bu doyulmaz geceye unutulmayan şarkılarıyla bir daha rastlanmayacak bir tat verdi.
Bir sanatçının muktedir olana en güçlü muhalefetinin eserleri olduğunu ve bu konuda Timur Selçuk'un kimselerle kıyaslanmayacak bir müzikal geçmişini hatırladığımızda, şarkı aralarındaki günlük siyasete dalışlarının programın kabare özelliğini bozduğunu söylemek zorundayız. Tek taraflı ve seyircisiz, diyalogsuz yani kabare kültüründen uzak, kendi fikirlerini bir başöğretmen edasıyla başımıza kaktığı, daha doğrusu başıma demeliyim çünkü seyirci pek memnundu bu haddini bildiren üsluptan, yalnızca hicap duydum . Zeka dolu esprilerden söz etmiyorum, örneğin 'muhafaza' altına alınmaya çalışılan cinsellik ve aynı zamanda kafamıza kafamıza dayatılan politik söylem ve üslupla dalga geçerken, balkon konuşmalarının nereden yapılabileceği önerisi zarif ve bir o kadar da unutulmaz kıvamdaydı. Ve 'Ekonomi Tıkırında' gibi hiçbir zaman geçerliliğini ve güncelliğini kaybetmemiş şarkılarıyla hiciv yaparken artık başka sözlere zaten gerek yoktu. Elbette 'generallerin ve diğer TSK mensuplarının içerde gereksiz yere yatışlarına' şarkı adayabilir ama bunu bize dayattığı anda eleştirdiği tarafın dilini konuşur olur ki, hayır, her türlü dayatmaya hayır. Biz Timur hocanın benzersiz şarkılarını dinlemek için oradayız ama düşüncelerini dinlemek için değil. Yanımdaki arkadaşım, ' neden artık böyle şarkılar yapmıyor' derken yanıtı sahnedeydi aslında. Bir sanatçı her duygusunu ve her türlü muhalefet duygusunu yalnızca eserleriyle ifade etmek durumundadır, özellikle o sanatçıyı eserleri için dinlemeye gittiğimiz bir ortamda. Başka bir konferans veya seminerde kendisinin müstesna görüşlerini dinlemekten zevk duyarım ancak. Generallerin mağduriyeti ve benim ve göremediğim birkaç kişinin dışındaki 2500 kişinin çılgınca alkışlaması söz konusu olunca, aynı kurumun el bombasıyla paramparça edilmiş ve bedeninin her bir tarafı başka bir yerden annesi tarafından toplanmış kız çocuğumuz Ceylan Önkol için Sezen'in yazdığı ve Nükhet'in bir kez daha yürek parçalayıcı bir ağıta dönüştürdüğü 'Ceylan' şarkısının okunması elbette teferruat olurdu. Ayrıca son derece şık hanımlar ve beylerin keyfini kaçırmanın ne manası olabilirdi ki?
İşte o anda sahnede bütün bunlara sessizce bakan ve saygısından en ufak bir esirgemede bulunmadan hocasını dinleyen bir anneyi görüyorduk. Yıllar önce 'Harp Ve Sulh' diye bir şarkı okumuş ve bu gece yine 35 yıl önceki aynı albümden 'Büyüme Çocuk'u söylerken bize çocuk ölümlerinin, çocuk mutsuzluklarının ve çocukluk hayallerinin yok edilmesinin bu topraklarda nasılda bir kara yazgı olduğunu bir caz doğaçlaması feryadında bize aktarırken, her hecesinde 'ben anneyim' diyen bir kadını görüyorduk. O bize 'Ceylan'ı bambaşka bir şekilde söyledi aslında. Her şeye ve herkese rağmen.
'İspanyol Meyhanesi'yle finali yaparken, şiir ve müziğin emsalsiz bir şekilde birbirini tamamladığı bu olağanüstü Timur Selçuk şarkısında, Duru, yalnızca yaşlanmakta olan bir kadının çaresizliğini değil ama aynı zamanda yalnız bırakılan insan tekinin tarifsiz acısını ve çocukluğunu yitirmiş bütün yetişkin insanların trajedisini canlandırdı bu ölümsüz yapıtın bugüne kadar dinlediğim en güzel yorumunda. Bezgin, ağlamaklı ve hayli yıkılmış, hüzün dolu, kahır dolu bir beden diliyle '' bitsin bu işkence, öleceksek ölelim'' derken.
LEVENT K
28 Ağustos 2014 Perşembe
Nükhet Duru - Timur Selçuk... AÇIK HAVA SAHNESİ'NDE DEVLERİN AŞKI!
Müzik dünyasının iki dev ismi Nükhet Duru ve Timur Selçuk, Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde sevenleriyle buluştu.
Yaklaşık 3 saat sahnede kalan Nükhet Duru ve Timur Selçuk, Gerisi Vız Gelir, Bugün Yarın ve Daima, Benimsin Diyemediğim, Kırık Kalpler, Ben Sana Vurgunum, Büyüme Çocuk, Aziz İstanbul, Böyledir Akşamları İstanbul'un, Sevda, Karantinalı Despina, Aldırma Gönül, Pireli Şarkı, Al Gönlümü, Sessiz Gemi, Beyaz Güvercin, Endülüs'te Raks, Anılar, Cambaz, Melankoli, Ekonomi Bilmecesi, Destina, Sen Nerdesin, Beni Benimle Bırak, Dönek Türküsü, Geberiyorum, Sevda Değil, Ayrılanlar İçin, Kör Kuyular, Dönülmez Akşam, Kalamış, İspanyol Meyhanesi, Longa ve Otomobil Uçar Gider şarkılarını söyleyerek misafirleri mest ettiler. Zaman zaman alkış tufanı ile süslenen şarkılar kadar Timur Selçuk'un küçük kızı Mercan Selçuk'un dans performansları da gecenin unutulmaz notları arasındaydı.
Burcu Güneş, Metin Arolat, Armağan Çağlayan, Dilara Endican, Ahmet San, Yazgülü Aldoğan, Burçin Orhon, Asu Maralman, Hülya Aksular, İsmail Acar ve mekanı hınca hınç dolduran dinleyiciler nostaljisi bol bir geceye şahitlik ettiler.
İkili, İlk olarak İzmir'den başladıkları ve şubat ayından bu yana Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde ve yazlık mekanlarda sahnelenen 'Bizim Şarkılarımız' konserlerine devam edecekler.
1983 yılında ilk kez bir araya geldikten sonra yine 'Bizim Şarkılarımız' başlığı altında bir araya gelen Duru ve Selçuk şarkıların yanı sıra repertuarlarını sohbet, anılar ve esprilerle süslediler.
Gecede Gülşah Saraçoğlu imzalı dört ayrı kıyafet giyen Nükhet Duru, sesi ve şarkıları kadar güzelliği ile de büyüledi.
Şarkı aralarında anıları ve esprileri ile dinleyicileri kahkahaya boğan Duru 'Timur Hoca ile en büyük ortak noktamız Aysel Gürel'e olan hayranlığımızdı. Hastanede son günlerinde Timur Hoca'nın kendisini ziyarete geleceğini öğrenen Aysel, üstündeki geceliği kesip Timur Hoca'ya bacaklarını göstermişti' diyerek anısını canlandırdı.
Konserde ülkemizin en önde gelen şairlerinden Faruk Nafiz Çamlıbel, Atilla İlhan, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Yahya Kemal Beyatlı, Sabahattin Ali'nin eserleri de seslendirildi. Konser aynı zamanda sahne dekorunda görselleri de yer alan şairlerimize ve Türk Edebiyatı'na bir saygı duruşu niteliğindeydi.
Kuyruklu Piyanoda Timur Selçuk, bas gitarda Hami Barutçu perküsyonda Müşfik Galip Uzun, klavyede Osman İşmen, kanunda Günay Çelik, Keman/Mandolinde Özcan Yılmaz, davulda Orhan Topçuoğlu ve vokalde Nükhet Duru'nun yer aldığı akustik dinleti yıl boyunca Türkiye'nin çeşitli salonlarında müzik dinleyicileriyle buluşmaya devam edecek.
Magazinkolik
Yaklaşık 3 saat sahnede kalan Nükhet Duru ve Timur Selçuk, Gerisi Vız Gelir, Bugün Yarın ve Daima, Benimsin Diyemediğim, Kırık Kalpler, Ben Sana Vurgunum, Büyüme Çocuk, Aziz İstanbul, Böyledir Akşamları İstanbul'un, Sevda, Karantinalı Despina, Aldırma Gönül, Pireli Şarkı, Al Gönlümü, Sessiz Gemi, Beyaz Güvercin, Endülüs'te Raks, Anılar, Cambaz, Melankoli, Ekonomi Bilmecesi, Destina, Sen Nerdesin, Beni Benimle Bırak, Dönek Türküsü, Geberiyorum, Sevda Değil, Ayrılanlar İçin, Kör Kuyular, Dönülmez Akşam, Kalamış, İspanyol Meyhanesi, Longa ve Otomobil Uçar Gider şarkılarını söyleyerek misafirleri mest ettiler. Zaman zaman alkış tufanı ile süslenen şarkılar kadar Timur Selçuk'un küçük kızı Mercan Selçuk'un dans performansları da gecenin unutulmaz notları arasındaydı.
Burcu Güneş, Metin Arolat, Armağan Çağlayan, Dilara Endican, Ahmet San, Yazgülü Aldoğan, Burçin Orhon, Asu Maralman, Hülya Aksular, İsmail Acar ve mekanı hınca hınç dolduran dinleyiciler nostaljisi bol bir geceye şahitlik ettiler.
İkili, İlk olarak İzmir'den başladıkları ve şubat ayından bu yana Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde ve yazlık mekanlarda sahnelenen 'Bizim Şarkılarımız' konserlerine devam edecekler.
1983 yılında ilk kez bir araya geldikten sonra yine 'Bizim Şarkılarımız' başlığı altında bir araya gelen Duru ve Selçuk şarkıların yanı sıra repertuarlarını sohbet, anılar ve esprilerle süslediler.
Gecede Gülşah Saraçoğlu imzalı dört ayrı kıyafet giyen Nükhet Duru, sesi ve şarkıları kadar güzelliği ile de büyüledi.
Şarkı aralarında anıları ve esprileri ile dinleyicileri kahkahaya boğan Duru 'Timur Hoca ile en büyük ortak noktamız Aysel Gürel'e olan hayranlığımızdı. Hastanede son günlerinde Timur Hoca'nın kendisini ziyarete geleceğini öğrenen Aysel, üstündeki geceliği kesip Timur Hoca'ya bacaklarını göstermişti' diyerek anısını canlandırdı.
Konserde ülkemizin en önde gelen şairlerinden Faruk Nafiz Çamlıbel, Atilla İlhan, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Yahya Kemal Beyatlı, Sabahattin Ali'nin eserleri de seslendirildi. Konser aynı zamanda sahne dekorunda görselleri de yer alan şairlerimize ve Türk Edebiyatı'na bir saygı duruşu niteliğindeydi.
Kuyruklu Piyanoda Timur Selçuk, bas gitarda Hami Barutçu perküsyonda Müşfik Galip Uzun, klavyede Osman İşmen, kanunda Günay Çelik, Keman/Mandolinde Özcan Yılmaz, davulda Orhan Topçuoğlu ve vokalde Nükhet Duru'nun yer aldığı akustik dinleti yıl boyunca Türkiye'nin çeşitli salonlarında müzik dinleyicileriyle buluşmaya devam edecek.
Magazinkolik
25 Ağustos 2014 Pazartesi
Maskeden öte (Nükhet'i dinlerken - 1)
Edebiyatta ve özellikle de tiyatro edebiyatında tip ve karakter ayrımı vardır ya... Hani eserin prototipi veya personası tek bir karakter özelliğiyle öne çıkıyorsa o bir 'tip'tir, yok eğer her insan gibi çok boyutlu ve derinlikli bir kişilik çizilmişse 'karakter' olur.
Star sisteminin kendisini 20. yy da en çok dayattığı bir diğer alan ise pop müzikteki sahne sanatçıları olmuştur ki, beyazperdeden farklı olarak doğrudan halkın gözü önünde performanslarını göstermek zorunda oldukları için bu starlaştırılmış ve starlaşması arzu edilmiş ve buna ömrünü adamış şarkıcılar, giderek bir daha hiç çıkaramayacakları bir maskeye dönüşmüş ve bu maskenin ardında kendilerine ait ne varsa gizlemeye itilmişlerdir. Ne trajedi. Gerçek hayatlarında ne zaman kendileri olmaya kalkışsalar, ki sendeler ve şaşırırlar bu durumda, hayranları büyük hayal kırıklıklarına uğramışlardır. Ne siyasi görüş olarak, ne yaşam tarzı olarak hiçbir şeye hakları yoktur bunların. Kusursuz ve hatasız olmak zorundadırlar ve üstelik kime göre, neye göre 'perfect', ona sıra gelmez bile. Onlar sadece bir ışıltıdır ve sahnedeki spot ışıklarının altında herkesin kolay kolay yerine getiremeyeceği bir parlaklığı sağlamak zorundalardır. Elbette farklıdırlar, elbette yeteneklidirler ve elbette onları üstün kılan bir sesleri veya 'aura'ları vardır ama onlar bir 'tip' dir ve hep ama hep aynı rolü oynamak zorundadırlar. Tıpkı klasik sinemanın efsane starları gibi. Sistem bunu ister ve pazar bunu dayatır.
Ve bazen de çıkar birileri ve 'deli diyorlar bana, desinler değişemem' veya 'yanlışlarım da güzel' der ve bu oyunu oynamayı reddeder.
Billie Holiday çekip gitmekden ne kadar mutlu olacağını ve ardından kimsenin ağlamaması gerektiğini, ölümün onu sevgilisine kavuşturacağını haykırır 'Gloomy Sunday' de. Edith Piaf merhameti cennette arar 'heaven have mercy' de ve Amalia Rodriguez ise yaşadığı mahallenin yalnızlık koktuğunu ve insanın içini acıtan bir çığlıkla dolu olduğunu söyler 'Alfama'da. Türkçe söyleyen 'esmer kadın' ise bu yalnızlığı sessiz bir çığlık gibi vurmuş dışarı daha ilk şarkılarından itibaren. 'Bir mektup yazdım sana' veya 'beni benimle bırak' derken ve her gününün seneler sürdüğünü ve kafasının içerisinin öldüğünü söylerken. Her ne kadar 'melankoli' bestecisi son dizeyi kullanmayarak şiire ihanet etmiş olsa da, yorumcu bize her seferinde bir başka acıyla hissettirmiştir bu müthiş ifadedeki vazgeçiş ve kopuş halini.
'Ne Bir Dost Ne Bir Sevgili
Dünyadan Uzak Bir Deli
Beni Sarar Melankoli
Kafamın İçersi Ölür'
Elbette bu sözler ve bu müzikleri yazanlar başkalarıdır ama hiç kimse bu şarkıları yukarıdaki adları anılanlar kadar samimi ve yüreğimizin en derinlerine dokunarak söyleyememişlerdir. Yalnızlığı ve ölümü ağlamadan taşımışlardır hayatın en doğal bir parçası olarak. Çünkü onlar 'karakter'dirler ve kendilerine dayatılan ve pazarlanmak üzere kurgulanmış tek bir rolü kabul etmemişlerdir ne özel hayatlarında ne de sahnede. İçlerindeki binbir çeşit insan halini hem dışarı vurdukları her notaya yansıtmış ve hem de her şarkıdaki her hikayenin en gizli kalmış ayrıntılarını hissettirmişlerdir bize. Ne ele avuca sığmışlar, ne ulaşılmaz olanı oynamışlar ve ne de anlaşılmaz olmaya çalışmışlardır. Sevilmek hep sevilmek ve sürekli aşık olmak istemişlerdir. 'Kim demiş ki kadınlar anlaşılmaz' diye seslendiği zaman kendi yazdığı şarkısında gencecik bir kadındır İstanbul'lu esmer diva.
Bir maskeden öte, sahnede veya kamera önünde hep tek bir tiplemeyi oynamaya mahkum edilmiş starlardan öte bir kimliktedirler. Hep bir yolculuk ve hep bir kendi içlerindekini yeniden keşfediş durumudur bu. Ağlarken güler, oynarken küserler ve bu hep iç içedir tıpkı bir çocuk kırılganlığındaki birbirine dolambaçlı duygular gibi. Kimselerin de haberi olmaz çoğu zaman. Kendi içlerine dönüktürler ve bir o kadar da başkalarının acılarına hazırdırlar. O yüzden de ağıtları ve balladları kimse onlardan daha inandırıcı ve daha ürpertici söyleyemez. Gizli bir matemdir her dokunuşları.
'Beni kör kuyularda bıraktın' derken, bir bitişi ve bir yok oluşu sadece fısıldar gibi söylemiş ve irkiltebilmiştir bizi sesine yüklediği tortu ve ağırlıkla. O tınının kendisi ölümdür artık. Veya 'sen ressamsın, ya ben' diye haykırırken, insanın ölüm karşısındaki korkusunu ve ancak bir sanatçının sığınabildiğini düşündüğü ölümsüzlükten yoksun kalmanın sızısını dile getirmiştir tek bir dizeye yüklediği nefesle. Hesap sorar yüzlerce yılın iktidarından ve muktedir olandan, Türk cazının en güzel şarkılarından birinde, insan sesinin ulaşabileceği en yakıcı tonlarda.
'Gözlerime astılar seni
Ceylan'ım kör oldum ben
Ne vavan ne topu ne mermi
Senle vuruldum ben'
Ne yerleşik ahlak, ne de genel geçer normlar ve değerler ilgilendirir onları. Ya New York'da blues, ya Paris'te kaldırım serçesi, ya da yalnızlık kokan sokakların fadosudurlar veya içine Tamburi Cemil Bey'in hüznü sızmış eski İstanbul'dan kalma Yeşilçam çingenesidirler sahnede.
Asaletleri maskelerinde değil hayata şaka gibi doğuşlarında, kalp ağrılarının gizlendiği kahkahalarında ve her daim isyanlarındadır bu divaların. Soyludurlar 'yaşamdan çok ölüme yakın' oldukları için ve biz uyurken 'insanların korkunç öykülerini' bu denli sarsıcı anlatabildikleri için. Bütün ölümsüz sanatçılar gibi.
LEVENT K
leventinsoho@hotmail.com
Nükhet Duru müziği, kısır müzik dinleyicisine ters düşüyor
Nükhet Duru'yu anlamak için müzik tarzı olarak geniş bir beğeni yelpazesine sahip olmak gerekiyor. Eğer tek bir tarza veya bir kaç tarza odaklanılmışsa, Nükhet Duru'nun deneyselliği yadırganacak ve bazı çalışmaları beğenilmeyecek, Nükhet Duru'ya yakıştırılamayacaktır. Oysa yakıştırılmama durumu dinleyicinin kendi müzik anlayışı veya müzik beğenisiyle Nükhet Duru'nun çok çeşitliliğinin veya evrenselliğinin uyuşmamasındandır. Nükhet Duru'nun koyu hayranları arasında bile kişisel beğeniler yüzünden Nükhet Duru müziği ile bir uyuşmazlık vardır. Oysa direkt olumsuz yaklaşmak yerine yapılan bir işi keşfetmeye çalışmak, belki kapalı kalmış müzik çakralarıımızın açılmasını sağlayacaktır. Nitekim Nükhet Duru hayranları arasında bile, önce beğenmeyip eleştirmek ve sonra keşfedip şok yaşamak ve Nükhet Duru'yu anlamanın öyle kolay bir şey olmadığını görmek durumları her dönem hasıl olmaktadır. O yüzden diyorum ya hep; Nükhet Duru'nun yaptığı kötü bir şey olamaz, anlaşılamama durumu olabilir. Tabi bazı çalışmalarında düzenleme olarak falan eksiklikler olabiliyor ama o açığı kapatam müzikal anlamda çok şey olması, Nükhet Duru'nun hiçbir şekilde tam anlamıyla kötü denilmemesi için yeterli bir sebeptir.
Discogs Müzik sitesi Nükhet Duru'nun bazı çalışmalarındaki tarzları şu şekilde açıklamış: Electronic, Jazz, Pop, Easy Listening, Europop, Ballad, Disco, Folk, World, & Country, Ottoman Classical, Musical, Rhythm & Blues, Vocal, House, Jungle, Trance, Electronic, Latin, Progressive House, Drum n Bass, Tech House, Acoustic...
Şimdi, beğenisi Türk Pop Müziğiyle sınırlı kalmış bir müzik dinleyicisinin Nükhet Duru'nun tüm çalışmalarına sıcak bakmasını bekleyemeyiz ama müzik dinleyicilerin de direkt Nükhet Duru'yu önyargılı bir şekilde eleştirmek yerine Nükhet Duru'nun yaptıklarını özümsemeye çalışsa, kendi eksiklerini tamamlayarak kısır bir müzik dinleyicisi olmaktan kurtaracaktır kendini. En azından kurtulma şansı vardır.
Bu yazıyı niye yazdım... "Gece Saat Oniki" albümü o kadar temiz bir kayıt ki, zaten çıktığı dönem bayılmıştım albüme. Yani 10 üzerinden objektif olarak bile en az 8 verebileceğim ama bana göre 10/10'luk bir çalışma. Çok evrensel bir Pop sounduna sahip. Çünkü her dönem yepyeni olarak dinliyorum.
Discogs Müzik sitesi Nükhet Duru'nun bazı çalışmalarındaki tarzları şu şekilde açıklamış: Electronic, Jazz, Pop, Easy Listening, Europop, Ballad, Disco, Folk, World, & Country, Ottoman Classical, Musical, Rhythm & Blues, Vocal, House, Jungle, Trance, Electronic, Latin, Progressive House, Drum n Bass, Tech House, Acoustic...
Şimdi, beğenisi Türk Pop Müziğiyle sınırlı kalmış bir müzik dinleyicisinin Nükhet Duru'nun tüm çalışmalarına sıcak bakmasını bekleyemeyiz ama müzik dinleyicilerin de direkt Nükhet Duru'yu önyargılı bir şekilde eleştirmek yerine Nükhet Duru'nun yaptıklarını özümsemeye çalışsa, kendi eksiklerini tamamlayarak kısır bir müzik dinleyicisi olmaktan kurtaracaktır kendini. En azından kurtulma şansı vardır.
Bu yazıyı niye yazdım... "Gece Saat Oniki" albümü o kadar temiz bir kayıt ki, zaten çıktığı dönem bayılmıştım albüme. Yani 10 üzerinden objektif olarak bile en az 8 verebileceğim ama bana göre 10/10'luk bir çalışma. Çok evrensel bir Pop sounduna sahip. Çünkü her dönem yepyeni olarak dinliyorum.
Nükhet Duru hep aynı…
Nükhet Duru, şahane bir kadın. Röportaj için buluştuğumuzda enerjisine yetişemiyorum. (Ki ben kendimi öyle sanıyordum). Sorduğum sorulara içtenlikle cevaplar veriyor.
Kendisini tanımlarken "Lokum gibiyim” diyor Duru. "Yıllara meydan okuyorsunuz adeta" dediğimde de bana, şunları söylüyor: “Mezin, buna yıllarla iyi geçinmek diyelim. Aslında çok fazla şeyle uğraşmıyorum. Herkes çok fazla bakımla uğraştığımı düşünüyor. Cilt yapım çok şanslı, bunun keyfini sürüyorum. Keşke biraz daha yaşlansam.” Sanatçının, hayranlarına bir de sürprizi var. Duru önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak olan 'Nükhet Duru Sahnede' isimli yeni albümünde canlı performanslarını dinleyiciyle buluşturacak. 17 yaşında yakalandığı MS’i moralle yenen Nükhet Duru’nun bu hastalıkla nasıl mücadele ettiği de örnek alınacak türden…
Nükhet Duru için hayat nasıl gidiyor?
Bir defa çok dingin, ama aynı zamanda sanatsal olarak da coşkulu, yeni projeler için hazırlanmalar içinde geçiyor.
Görüntünüzle yıllara meydan okuyorsunuz. Maşallah diyelim ve sırrını soralım?
Buna yıllara meydan okumak demeyelim de yıllarla iyi geçinmek diyelim. Öncelikle, sade ve sakin yaşayan bir insanım. Burada genetik yapı çok rol oynuyor. Sağlığıma da dikkat ediyorum. Aslında çok fazla şeyle de uğraşmıyorum, herkes benim çok fazla bakımla uğraştığımı düşünüyor ama değil. Cilt yapım çok şanslı ve bunun keyfini sürüyorum. Bir de ‘keşke biraz daha yaşlansam’ diyorum; olmuyor. Evet, yani Kazayağı çizgim bile yok kardeşim. Ben genç görünmek için bir şey yapmıyorum. İçim neyse o çıkıyor dışarıya. Bu da beni iyi ve güzel gösteriyor. Enerjik, neşeli bir insanım. Etrafımı da neşeli kılmaya çalışan bir yapım var. Öyle kendi kendiyle kavga eden, çetrefil düşünceleri olan bir insan değilim.
Bir röportajınızda “Ne derdimle ne gözyaşımla ilgi toplamak isterim” demişsiniz. Günümüzde bu söyledikleriniz çok prim yapıyor. Ne söylemek istersiniz bununla ilgili?
Hayatım ben, yaşarken tekâmül etmeye ve olgunlaşmaya çalışan biriyim. Özellikle, insan olmaya gayret eden bir kadınım. Ne şan ne şöhret ne de heyecanlar, bunların hepsini son derece serin karşılıyorum. Üzüntüleri de aynı şekilde sevinçleri de aynı şekilde karşılarım. Çünkü hepsi birbirinin kardeşi. Benim aldığım terbiye, yanında bulunduğum insanları hoşça vakit geçirebilen, pozitif ve iyi bir insan olmak üzerinedir. Elbette ben, gamsız tasasız bir insan değilim. Ama bunları gerektiği zaman kendini ilgilendiren şahıslarla ancak paylaşabilirim. Yoksa halkı ne diye üzeyim. Derler ki bana, "Siz hiç bozuk, karmakarışık veya bakımsız görünmezsiniz." Neden görüneyim? Onun aklında yarattığı bir hayali var, bir portresi var.
DERME ÇATMA OLMAK BANA GÖRE DEĞİL
Ben sizi evde de şıkır şıkır hayaL ettim bir anda. Ev terlikleriniz bile topukludur sizin...
Doğru. Yani bileğim kırıldığından beri artık o kadar topuklu giyemiyorum. Ayak bileğimde bir sorun var ama pullu paletli terliklerim, sevimli ev elbiselerim oluyor. Yani derme çatma olmaktan kendim hoşlanmıyorum. Aynada kendimle karşılaşınca memnun olmak isterim. Çünkü kendime saygım var. O yüzden, kapıyı açtığımda şaşırtıcı bir görüntüm olmaz.
Siz ne renksiniz peki?
Narçiçeği kırmızı diyelim.
Süper, bunu beklerdim zaten. Gri deseydiniz de hayatta inanmazdım.
Hayatta gri olmam. Ben duyguları rengârenk olan bir insanım.
Sanatınızda starsınız ama yaşantınız çok mütevazı. Bu bir seçim mi?
Starlık sahnede yaptığım şey. Normal yaşantımda star gibi davranmam. Bu kadar antipatik bir görüntü düşünemiyorum. Bu geçici yaldıza inanma aptallığı gibidir. Bir ortama girdiğim zaman ben olduğum için hoşlanmalarını isterim. Ünlü bir insan olduğum için değil. Bazı ünlü arkadaşların yanında korumalar görüyorum. Halk için bir şey yapıyorsun, halktan korunuyorsun. Bu nasıl bir şey ben anlayamıyorum yani. Bizim ülkemiz tehlikeli değil ki. Amerika, başka bir şeydir. O bir paketlemedir, her şeyi oraya uyarlamanız gerekmiyor. Şahsen, sahnede şarkı söylerken, sağımda solumda koruma bekletmiyorum. ‘Git güzel kardeşim, sen de izle konseri’ derim.
39 yılı aşkın süren müzik yolculuğunuzu nasıl özetlersiniz?
Hayatımda her zaman kendi beğendiğim şarkıları söyledim. Herkes beğenir beğenmez ayrı mesele ama en büyük lüksüm buydu. "Ay tutmaz" derlerdi. "Kime ne? Ben tutuyorum zaten" derdim.
Şen şakrak, bol kahkahalı gördük sizi hep. O kahkahaların alt metninde neler var?
Gizlenme var. Aslında yaptığım makyaj, giydiğim elbise de kendimi gizlemek adına. Yani o fotoğrafı onun için bozmuyorum. Gerçek yüzümle çok yakınlarım karşılaştı. İşte evladım ve rahmetli anacığım gibi…
BENİ VURDUMDUYMAZ ZANNETTİLER
“Beni kırmamaları için neşeden daha farklı bir mekanizma geliştirebilirdim. O neşeyle güçlü olurum zannediyordum” diyorsunuz. Neydi sizi bu kadar üzen ya da neler sizi üzmeye yeter?
Çünkü onun gerçek gibi algılanıp, hafife alındığını fark ettim bir dönem. Beni bir kısım insan vurdum duymaz zannetti. Benim zamanında yürüyemeyerek, 7 ay yatmış olmam şükür duası gibidir. Bütün hareketlerim, bütün davranışlarım eğer bir sıkıntı varsa etrafımda, bunu tedavi etmek üzerinedir. Bilmiyorum ya elimde değil, bunu misyon edinmişim.
Hayatınıza giren erkeklere enerji kattınız bana göre. Üzdüler mi sizi? Hak etmediğiniz çok şeyler olmuştur hayatınızda.
Tabii ki çok üzüldüm. Hak ettiğim çok az şey oldu diyebilirim. Çünkü; çalışmamı, azmimi, dur durak bilmeden üretmeye uğraşmamı ne yazık ki ülkenin şartları dolayısıyla da genç kızken sırtıma kambur gibi yüklediler. Şimdi olgun yaşlara gelince kıdemimin tadına varıyorum.
Mutlu aşk var mı?
Vardır tabii. Sadece sürekli mutluluk yoktur. İnsanlar buna alışmalı. Yani bir gün gri, bir gün kırmızı, bir gün kara, pembe hayatın bütün yüzlerine hazırlıklı olmak lazım. Yani ben hep pembe yaşayacağım diye bir hayal dünyası olamaz ama sen kendi kendini onu pembeye boyamaya alıştırabilirsin.
MS’İ MORALLE YENDİ
MS hastalığını yenen birisiniz...
Şöyle söyleyeyim; demek ki yenilebilir, insan hastalığı bazen kendi çağırır.
Kaç yaşındaydınız o zamanlar?
17 yaşındaydım. 14 yaşında sahneye çıktığım için bu 3 senede çok biriktirmiş ve kimseye bir şey söyleyememiştim, ve o bir yerden MS olarak çıktı. O zaman adını bile bilmiyordum, teşhis konulamamıştı. Benim bu hastalıkla ilgili hiç bilgim yoktu. Ondan sonra çok tıp kitapları okudum. Sağlıkla çok ilgilendim. Bir daha hastalanmamak için sağlığıma çok dikkat ettim. Sigara ve içki içmem. Gece geç vakte kalmam, geç kaldımsa ertesi gün hemen onu telafi etmeye çalışırım. Sade ve temiz bir yaşam biçimini benimsemiş biriyim.
Çok genç yakalanmışsınız bu hastalığa. Neler oldu anlatır mısınız?
MS enteresan bir hastalık. Küçük beyindeki duygusal kesenin fazla dolması ve hormonların sinir uçlarının kısa devre yapıp kontak atmasıyla oluşuyor. O yüzden vücudunuzun belli uzuvları hareket edemiyor. Bekliyorsunuz, yürüyemiyorsunuz, acı çekiyorsunuz. Belki ben bu hastalığın ciddiyetini bilseydim 8 ay gibi kısa bir sürede atlatamazdım. Burada, kendini çok dinlememek, işin çok dibine gitmeden yenmeliyi mi aşılamak lazım. 8 ay hiç kalkamadım yerimden. Sonra bir adım, iki adım derken yavaş yavaş adım atmaya başladım. Eski Türk filmleri gibi. Ondan sonra izin vermedim böyle bir şey olmasına.
Az önce çok önemli bir şey söylediniz bana göre. ‘Hastalığın o kadar da önemli olduğunu bilmemem bana iyileşme kapısı açtı’ dediniz. Demek ki aslında her şey moralde gizli.
Evet, tabii ki. O içimdeki duyguları konuşarak boşalttım. Anneme sarıldım, anneme gizlediğim bütün sıkıntılarımı anlattım. Onlar hafifletti, tabii öyle biriktir biriktir nereye kadar. Bir de vitamin desteği çok önemli oldu. Doktorumun babacanlığı beni inandırdı. Bana, "Çok küçüksün teslim olamazsın. Daha önünde koskocaman yaşam var" dedi. Çok enteresan gidip baston alacak paramız kalmamıştı. Evde yatak altında bulduğum tahtaya dayanarak yürüdüm. Bu ilk adımlarım benim için çok kıymetli, onlar beni ben yaptı. Onlar bana hayatta şan şöhret, ıvır zıvır gibi şeylerin önemsiz olduğunu önce insanın sağlıklı olması gerektiğini öğretti.
İLAÇTAN UZAK DURURUM
Ya daha sonra?
Hâlâ devam ediyor. Eğer bünyem zayıf düşerse bir günlük iki günlük durmalarım var. Hemen ardından da sakinleşip kendimi toplamalarım var.
İlaç mı kullanıyorsunuz?
Hayır, ben ilaçlardan uzak dururum. Beslenme, uyku ve doğal aldığım vitaminlerle kurtarıyorum.
Serdar Ortaç’a MS teşhisi koyulduğunu duyduğunuzda ne hissettiniz?
Hemen aradım. Çok fazla yaralandığını hissettim. Bir de evlendi ve mutluluğu yakaladı gibi görünüyor ya inşallah öyledir. Bir de böyle zamanlarda çıkar, gevşediği zamanlarda.
Limana giriyorsun, limanda gevşediğin an bu çıkıyor ortaya. Çok acı… MS artık birçok kişide görülüyor maalesef. Bu nedenle anlattıklarınız başkalarına da örnek olabilir.
Tıp çok ilerledi. Bu konuda Türkiye’de dernekler kuruldu. Birkaç kişiye ben yardım ettim, moral verdim.
Hayata ciddi bakarken aslında sağlığın daha da ön planda olması gerektiğinin fazlasıyla bilincindesiniz.
Eğer yaşıyorsam hak ettiğim gibi yaşamalıyım. Çünkü yaşam bize verilmiş en büyük hediye. Ben bir de ilâve hediyeyle sesimle gelmişim, Allah'a binlerce şükür. Buna şükretmem ve layığıyla davranmam gerekir. Yok, o zaman günah yazılır haneme diye düşünüyorum. Onun için kadın sağlığıyla uğraştım yıllarca. Çünkü sağlıklı anneler sağlıklı çocuklar yetiştirir. Anne olmak çok zor, dünyanın en kıymetli ve en zor görevi. Bir daha hiç deliksiz uyumadım ki bunu en iyi sen anlarsın. Tedavi gördüm bir ara. Sürekli okulu arıyordum. Sonra doktor "Böyle yapa yapa çağırırsın" dedi, öyle korkuttu beni.
ARŞİVLİK ALBÜM HAFTAYA
Konserle devam değil mi?
Evet, konserler, Timur Selçuk’la devam ediyor. Şimdi ise ayın 27’sinde, İstanbul Açık Hava Tiyatrosu’ndayız. İstanbullu izleyicilerle 2. defa buluşacağız; beklerim.
Önümüzdeki hafta 'Nükhet Duru Sahnede’ albümünüz çıkıyor. Albümü anlatır mısınız?
2005 yılında AKM'de Surp Vartanant ve Feriköy İlkokulu Korosu'yla birlikte Cenk Taşkan bestelerinden oluşan klasiklerimi yorumladığım konser kaydımın basılmasını istiyordum. Türkiye'de konser kaydının çok yayınlanmadığını düşünürsek ve üstelik çok iyi bir kayıtla yapılmış bir konser kaydımın yayınlanması müzik dünyamız açısından önemli bir olay bence. 'Nükhet Duru Sahnede' bir haftaya kadar tüm müzik marketlerde ve digital platformlarda olacak. Konserimi evlerinize getirmiş olacağım bu albümümle. Bu albüm, hayranlarım için ğerçekten arşivlik bir önem taşıyor.
MEZİN DEDEYİ
mezin.dedeyi@aksam.com.tr.
Kendisini tanımlarken "Lokum gibiyim” diyor Duru. "Yıllara meydan okuyorsunuz adeta" dediğimde de bana, şunları söylüyor: “Mezin, buna yıllarla iyi geçinmek diyelim. Aslında çok fazla şeyle uğraşmıyorum. Herkes çok fazla bakımla uğraştığımı düşünüyor. Cilt yapım çok şanslı, bunun keyfini sürüyorum. Keşke biraz daha yaşlansam.” Sanatçının, hayranlarına bir de sürprizi var. Duru önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak olan 'Nükhet Duru Sahnede' isimli yeni albümünde canlı performanslarını dinleyiciyle buluşturacak. 17 yaşında yakalandığı MS’i moralle yenen Nükhet Duru’nun bu hastalıkla nasıl mücadele ettiği de örnek alınacak türden…
Nükhet Duru için hayat nasıl gidiyor?
Bir defa çok dingin, ama aynı zamanda sanatsal olarak da coşkulu, yeni projeler için hazırlanmalar içinde geçiyor.
Görüntünüzle yıllara meydan okuyorsunuz. Maşallah diyelim ve sırrını soralım?
Buna yıllara meydan okumak demeyelim de yıllarla iyi geçinmek diyelim. Öncelikle, sade ve sakin yaşayan bir insanım. Burada genetik yapı çok rol oynuyor. Sağlığıma da dikkat ediyorum. Aslında çok fazla şeyle de uğraşmıyorum, herkes benim çok fazla bakımla uğraştığımı düşünüyor ama değil. Cilt yapım çok şanslı ve bunun keyfini sürüyorum. Bir de ‘keşke biraz daha yaşlansam’ diyorum; olmuyor. Evet, yani Kazayağı çizgim bile yok kardeşim. Ben genç görünmek için bir şey yapmıyorum. İçim neyse o çıkıyor dışarıya. Bu da beni iyi ve güzel gösteriyor. Enerjik, neşeli bir insanım. Etrafımı da neşeli kılmaya çalışan bir yapım var. Öyle kendi kendiyle kavga eden, çetrefil düşünceleri olan bir insan değilim.
Bir röportajınızda “Ne derdimle ne gözyaşımla ilgi toplamak isterim” demişsiniz. Günümüzde bu söyledikleriniz çok prim yapıyor. Ne söylemek istersiniz bununla ilgili?
Hayatım ben, yaşarken tekâmül etmeye ve olgunlaşmaya çalışan biriyim. Özellikle, insan olmaya gayret eden bir kadınım. Ne şan ne şöhret ne de heyecanlar, bunların hepsini son derece serin karşılıyorum. Üzüntüleri de aynı şekilde sevinçleri de aynı şekilde karşılarım. Çünkü hepsi birbirinin kardeşi. Benim aldığım terbiye, yanında bulunduğum insanları hoşça vakit geçirebilen, pozitif ve iyi bir insan olmak üzerinedir. Elbette ben, gamsız tasasız bir insan değilim. Ama bunları gerektiği zaman kendini ilgilendiren şahıslarla ancak paylaşabilirim. Yoksa halkı ne diye üzeyim. Derler ki bana, "Siz hiç bozuk, karmakarışık veya bakımsız görünmezsiniz." Neden görüneyim? Onun aklında yarattığı bir hayali var, bir portresi var.
DERME ÇATMA OLMAK BANA GÖRE DEĞİL
Ben sizi evde de şıkır şıkır hayaL ettim bir anda. Ev terlikleriniz bile topukludur sizin...
Doğru. Yani bileğim kırıldığından beri artık o kadar topuklu giyemiyorum. Ayak bileğimde bir sorun var ama pullu paletli terliklerim, sevimli ev elbiselerim oluyor. Yani derme çatma olmaktan kendim hoşlanmıyorum. Aynada kendimle karşılaşınca memnun olmak isterim. Çünkü kendime saygım var. O yüzden, kapıyı açtığımda şaşırtıcı bir görüntüm olmaz.
Siz ne renksiniz peki?
Narçiçeği kırmızı diyelim.
Süper, bunu beklerdim zaten. Gri deseydiniz de hayatta inanmazdım.
Hayatta gri olmam. Ben duyguları rengârenk olan bir insanım.
Sanatınızda starsınız ama yaşantınız çok mütevazı. Bu bir seçim mi?
Starlık sahnede yaptığım şey. Normal yaşantımda star gibi davranmam. Bu kadar antipatik bir görüntü düşünemiyorum. Bu geçici yaldıza inanma aptallığı gibidir. Bir ortama girdiğim zaman ben olduğum için hoşlanmalarını isterim. Ünlü bir insan olduğum için değil. Bazı ünlü arkadaşların yanında korumalar görüyorum. Halk için bir şey yapıyorsun, halktan korunuyorsun. Bu nasıl bir şey ben anlayamıyorum yani. Bizim ülkemiz tehlikeli değil ki. Amerika, başka bir şeydir. O bir paketlemedir, her şeyi oraya uyarlamanız gerekmiyor. Şahsen, sahnede şarkı söylerken, sağımda solumda koruma bekletmiyorum. ‘Git güzel kardeşim, sen de izle konseri’ derim.
39 yılı aşkın süren müzik yolculuğunuzu nasıl özetlersiniz?
Hayatımda her zaman kendi beğendiğim şarkıları söyledim. Herkes beğenir beğenmez ayrı mesele ama en büyük lüksüm buydu. "Ay tutmaz" derlerdi. "Kime ne? Ben tutuyorum zaten" derdim.
Şen şakrak, bol kahkahalı gördük sizi hep. O kahkahaların alt metninde neler var?
Gizlenme var. Aslında yaptığım makyaj, giydiğim elbise de kendimi gizlemek adına. Yani o fotoğrafı onun için bozmuyorum. Gerçek yüzümle çok yakınlarım karşılaştı. İşte evladım ve rahmetli anacığım gibi…
BENİ VURDUMDUYMAZ ZANNETTİLER
“Beni kırmamaları için neşeden daha farklı bir mekanizma geliştirebilirdim. O neşeyle güçlü olurum zannediyordum” diyorsunuz. Neydi sizi bu kadar üzen ya da neler sizi üzmeye yeter?
Çünkü onun gerçek gibi algılanıp, hafife alındığını fark ettim bir dönem. Beni bir kısım insan vurdum duymaz zannetti. Benim zamanında yürüyemeyerek, 7 ay yatmış olmam şükür duası gibidir. Bütün hareketlerim, bütün davranışlarım eğer bir sıkıntı varsa etrafımda, bunu tedavi etmek üzerinedir. Bilmiyorum ya elimde değil, bunu misyon edinmişim.
Hayatınıza giren erkeklere enerji kattınız bana göre. Üzdüler mi sizi? Hak etmediğiniz çok şeyler olmuştur hayatınızda.
Tabii ki çok üzüldüm. Hak ettiğim çok az şey oldu diyebilirim. Çünkü; çalışmamı, azmimi, dur durak bilmeden üretmeye uğraşmamı ne yazık ki ülkenin şartları dolayısıyla da genç kızken sırtıma kambur gibi yüklediler. Şimdi olgun yaşlara gelince kıdemimin tadına varıyorum.
Mutlu aşk var mı?
Vardır tabii. Sadece sürekli mutluluk yoktur. İnsanlar buna alışmalı. Yani bir gün gri, bir gün kırmızı, bir gün kara, pembe hayatın bütün yüzlerine hazırlıklı olmak lazım. Yani ben hep pembe yaşayacağım diye bir hayal dünyası olamaz ama sen kendi kendini onu pembeye boyamaya alıştırabilirsin.
MS’İ MORALLE YENDİ
MS hastalığını yenen birisiniz...
Şöyle söyleyeyim; demek ki yenilebilir, insan hastalığı bazen kendi çağırır.
Kaç yaşındaydınız o zamanlar?
17 yaşındaydım. 14 yaşında sahneye çıktığım için bu 3 senede çok biriktirmiş ve kimseye bir şey söyleyememiştim, ve o bir yerden MS olarak çıktı. O zaman adını bile bilmiyordum, teşhis konulamamıştı. Benim bu hastalıkla ilgili hiç bilgim yoktu. Ondan sonra çok tıp kitapları okudum. Sağlıkla çok ilgilendim. Bir daha hastalanmamak için sağlığıma çok dikkat ettim. Sigara ve içki içmem. Gece geç vakte kalmam, geç kaldımsa ertesi gün hemen onu telafi etmeye çalışırım. Sade ve temiz bir yaşam biçimini benimsemiş biriyim.
Çok genç yakalanmışsınız bu hastalığa. Neler oldu anlatır mısınız?
MS enteresan bir hastalık. Küçük beyindeki duygusal kesenin fazla dolması ve hormonların sinir uçlarının kısa devre yapıp kontak atmasıyla oluşuyor. O yüzden vücudunuzun belli uzuvları hareket edemiyor. Bekliyorsunuz, yürüyemiyorsunuz, acı çekiyorsunuz. Belki ben bu hastalığın ciddiyetini bilseydim 8 ay gibi kısa bir sürede atlatamazdım. Burada, kendini çok dinlememek, işin çok dibine gitmeden yenmeliyi mi aşılamak lazım. 8 ay hiç kalkamadım yerimden. Sonra bir adım, iki adım derken yavaş yavaş adım atmaya başladım. Eski Türk filmleri gibi. Ondan sonra izin vermedim böyle bir şey olmasına.
Az önce çok önemli bir şey söylediniz bana göre. ‘Hastalığın o kadar da önemli olduğunu bilmemem bana iyileşme kapısı açtı’ dediniz. Demek ki aslında her şey moralde gizli.
Evet, tabii ki. O içimdeki duyguları konuşarak boşalttım. Anneme sarıldım, anneme gizlediğim bütün sıkıntılarımı anlattım. Onlar hafifletti, tabii öyle biriktir biriktir nereye kadar. Bir de vitamin desteği çok önemli oldu. Doktorumun babacanlığı beni inandırdı. Bana, "Çok küçüksün teslim olamazsın. Daha önünde koskocaman yaşam var" dedi. Çok enteresan gidip baston alacak paramız kalmamıştı. Evde yatak altında bulduğum tahtaya dayanarak yürüdüm. Bu ilk adımlarım benim için çok kıymetli, onlar beni ben yaptı. Onlar bana hayatta şan şöhret, ıvır zıvır gibi şeylerin önemsiz olduğunu önce insanın sağlıklı olması gerektiğini öğretti.
İLAÇTAN UZAK DURURUM
Ya daha sonra?
Hâlâ devam ediyor. Eğer bünyem zayıf düşerse bir günlük iki günlük durmalarım var. Hemen ardından da sakinleşip kendimi toplamalarım var.
İlaç mı kullanıyorsunuz?
Hayır, ben ilaçlardan uzak dururum. Beslenme, uyku ve doğal aldığım vitaminlerle kurtarıyorum.
Serdar Ortaç’a MS teşhisi koyulduğunu duyduğunuzda ne hissettiniz?
Hemen aradım. Çok fazla yaralandığını hissettim. Bir de evlendi ve mutluluğu yakaladı gibi görünüyor ya inşallah öyledir. Bir de böyle zamanlarda çıkar, gevşediği zamanlarda.
Limana giriyorsun, limanda gevşediğin an bu çıkıyor ortaya. Çok acı… MS artık birçok kişide görülüyor maalesef. Bu nedenle anlattıklarınız başkalarına da örnek olabilir.
Tıp çok ilerledi. Bu konuda Türkiye’de dernekler kuruldu. Birkaç kişiye ben yardım ettim, moral verdim.
Hayata ciddi bakarken aslında sağlığın daha da ön planda olması gerektiğinin fazlasıyla bilincindesiniz.
Eğer yaşıyorsam hak ettiğim gibi yaşamalıyım. Çünkü yaşam bize verilmiş en büyük hediye. Ben bir de ilâve hediyeyle sesimle gelmişim, Allah'a binlerce şükür. Buna şükretmem ve layığıyla davranmam gerekir. Yok, o zaman günah yazılır haneme diye düşünüyorum. Onun için kadın sağlığıyla uğraştım yıllarca. Çünkü sağlıklı anneler sağlıklı çocuklar yetiştirir. Anne olmak çok zor, dünyanın en kıymetli ve en zor görevi. Bir daha hiç deliksiz uyumadım ki bunu en iyi sen anlarsın. Tedavi gördüm bir ara. Sürekli okulu arıyordum. Sonra doktor "Böyle yapa yapa çağırırsın" dedi, öyle korkuttu beni.
ARŞİVLİK ALBÜM HAFTAYA
Konserle devam değil mi?
Evet, konserler, Timur Selçuk’la devam ediyor. Şimdi ise ayın 27’sinde, İstanbul Açık Hava Tiyatrosu’ndayız. İstanbullu izleyicilerle 2. defa buluşacağız; beklerim.
Önümüzdeki hafta 'Nükhet Duru Sahnede’ albümünüz çıkıyor. Albümü anlatır mısınız?
2005 yılında AKM'de Surp Vartanant ve Feriköy İlkokulu Korosu'yla birlikte Cenk Taşkan bestelerinden oluşan klasiklerimi yorumladığım konser kaydımın basılmasını istiyordum. Türkiye'de konser kaydının çok yayınlanmadığını düşünürsek ve üstelik çok iyi bir kayıtla yapılmış bir konser kaydımın yayınlanması müzik dünyamız açısından önemli bir olay bence. 'Nükhet Duru Sahnede' bir haftaya kadar tüm müzik marketlerde ve digital platformlarda olacak. Konserimi evlerinize getirmiş olacağım bu albümümle. Bu albüm, hayranlarım için ğerçekten arşivlik bir önem taşıyor.
23 Ağustos 2014 Cumartesi
Tüm zamanların en iyi müziğini yapan kadın "Sahnede"
21 Ağustos 2014 Perşembe
14 Ağustos 2014 Perşembe
Çok yüzlü Nükhet Duru!
O tarihlerde piyasada Sibel Tüzün'ün, Aysun Kocatepe'nin falan olmadığını tahmin edebilirsiniz sanırım. Cher bizde 90'larda gündeme geldi zaten. Gülistan Okan ve Bülent Ersoy'u da arkadaşı olarak biliyorum.Yani Nükhet Duru'nun birilerine benzemek gibi bir derdinin olmadığını anlatmak istiyorum. Doğuştan gelen bir çok renklilik Nükhet Duru'nunki.
Fotoğrafları daha büyük görmek için;
http://halilkandok.blogspot.com.tr/2014/08/binbir-surat-nukhet.html
10 Ağustos 2014 Pazar
Tüm zamanların en iyi albümünün bilmediğimiz hikayesi!
Albümün söz açısından özelliği Mehmet Teoman'ın olmaması, Nükhet Duru'nun iki şarkıya söz yazması. Ülkü Aker, Korhan Abay, Özcan Kandemir Bilir, Alimoğlu ve Sabahattin Ali'ye ait diğer sözler. Müzikte söz önemlidir ama ben müziği beste ve düzenleme olarak değerlendirdiğim için, bu albümü tüm zamanların en iyi albümü seçmemin sebebi düzenlemeler ve besteler. Tabi bu şarkılara hayat veren, orkestrayı baş enstrüman olarak tamamlayan Nükhet Duru'nun sesi ve yorumu. İnsan sesi bir enstrümandır ve onu duygu yüklü bir şekilde kullanabilirsen iyi bir yorumcusun, icracısındır. Nükhet Duru bana göre dünyanın en iyi yorumcusudur; sesini en doğru kullanabildiği, bu sesle hayatı en mükemmel ve duygu yüklü bir şekilde ifade edebildiği için... Ali Kocatepe ve Cenk Taşkan bu ülkenin değil, dünyanın en iyi bestecilerindendir. Düzenlemeci olarak Onno Tunç'un evrenselliğine diyebilecek hiçbir şey yok zaten. Buna bir de dünyanın en iyi yorumcusunu eklerseniz, tüm zamanların en iyi albümü çıkar haklı olarak. Nükhet Duru'nun ilk iki albümünde belki "IV"teki şarkılardan daha iyi şarkılar olabilir ama içinde dans şarkıları olmasına rağmen çağdaş klasik bir çalışma olması, bu albümü en tepeye koymama sebep oluyor. Mesela "Çakır" bu ülkenin armonisini çağdaş klasik anlamda ifade edebilen en iyi şarkıdır. "İyi Oldu Gelmediğin" düzenlemesi ve melodisi en iyi pop şarkıdır. "Sanki Değişmiş Gibi" adult tarzda bana göre en iyi pop şarkıdır. "Deprem" başlı başına bir senfonidir. "Şüphe Ediyorsun" en iyi disko şarkıdır. Üzerine gidilse marş haline gelebilir. "Benimsin Diyemediğim" gene Anadolu melodisinin tam anlatımıdır. "İsyan Ettim Hayata" pop müziğimizin senfoni niteliğinde algılanması zor bir çalışmasıdır. Hani başka sanatçılara yorumla falan dense, şarkının yapısını falan anlamakta çok zorluk çekeceklerine inanıyorum. Ve diğerleri...
Çok merak ediyorum bu albümün oluşma sürecini... Neler yaşandı çalışmalar esnasında? Besteler nasıl çıktı, ne kadar sürede tamamlandı çalışmalar? Hatırası nedir bu albümün Nükhet Duru ve diğerlerinde? Bu albümden beklentiler neydi, karşılandı mı, hak ettiği değeri buldu mu? Şu anki konumu nedir eser sahiplerinin gözünde? Nasıl yansımaları oluyor albüm ve şarkılarının? Belki halkın böyle bir kıymetten haberi yoktur ama müzisyen veya müzisyen geçinenlerin haberi var mıdır, varsa düşünceleri nedir? ...
Yoksa ben mi yanılıyorum bu albümü tüm zamanların en iyi albüm olarak görerek? Alıcısı olmayacağı için mi dinleyicilere ulaştırılmıyor tekrar, yoksa değeri hiç kimse tarafından mı anlaşılamıyor? Neden bir çaba sarf edilmez ki yeniden basılması, CD formatında piyasaya verilmesi için? Benim böyle bir çalışmam olacak, tanıtımlarla onu Billboard listelerinde falan bir numara yaparım. Müzik nedir, ne için yapılır..? Müzik dünyayı değiştirebilir. Eğer bir güzellik yaratılmışsa da onu kullanmak gerekir. Neden..?! Bekliyoruz sabırsızlıkla. Çünkü sabır taştı ve deniz oldu!!!
Not: Nükhet Duru'nun "IV" isimli bu albümü 1979 yılında plak formatında çıkmıştır. Albümün çıkışının 35. yıl şerefine CD formatında basılıp ders niteliğinde gelecek nesillere aktarılmasını çok isterdim.
http://www.youtube.com/watch?v=N6BRinPRjGk&list=PLh6kHAGn_FqGQeS3uyIrlB96aGTfZ2j_i
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)