21 Eylül 2014 Pazar

Nükhet Duru dostlarıyla...


Nükhet Duru suskunluğunu bozdu

Uzun süredir röportaj vermeyen Nükhet Duru, içini HT Magazin’e döktü...

Müzik dünyası ve özel yaşamı hakkında samimi açıklamalar yapan Duru, bazı şarkıcıların canlı şarkı söylemek yerine playback okumasını eleştirirken, geçmişte geçirdiği MS hastalığının yaşamını zaman zaman hâlâ olumsuz etkilediğini anlattı

Nükhet Duru ile sohbet etmeyi ve onun o güzel anlatımlarını dinlemeyi çok özlemişim. 26 Eylül’de Bostancı Gösteri Merkezi’nde Timur Selçuk ile birlikte büyük bir konser vermeye hazırlanan Duru ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Her gördüğümde daha da güzelleşiyorsunuz. Hangi sporları yapıyorsunuz?

Teşekkür ederim canım benim. Hem ruhsal hem bedensel yönden insanın kendine iyi bakması, dikkat etmesi gerekiyor. Egzersizimi ihmal etmiyorum. Hareketli bir yaşam sürdürüyorum ama temiz ve sade besleniyorum. Genetik yapı da fark ediyor tabii. Pilates yapıyorum. Evde de devamlı squat yaparım. Esnemeye gayret ederim. Hiperaktifimdir.

Beslenme şekliniz nasıl?

Yapay gıdalar ve kimyasal maddeleri içinde barındıran yiyecekler yerine, taze ve saf besinler yemeyi tercih ediyorum. Hiçbir şey bulamazsam tam buğday ekmekli ceviz yiyorum. Et yiyorum ama tavuklar konusunda biraz tedirginim, köy tavuğu bulursam yiyorum. Balık çok tüketiyorum. Anneciğim her şeyden azar azar yerdi. Ben de öyleyim.

Cildiniz de çok güzel maşallah.

Yediklerinle çok alakalı. Hayatımda hiç sigara içmedim. İçkiyi daha yeni tanıdım. Sosyal ortamlarda şarap hoşuma gidiyor, bir şıklık veriyor.


‘SAHNEDE DOĞUP BÜYÜDÜM’

Bu yaz çok yoğun bir konser dönemi geçirdiniz. Nasıldı?

İstanbul’da yaşamayan insanlara hem İstanbul kokusunu götürüyorum hem de o şehirlerin kokularını içime çekiyorum. Her şehrin kendine ait bir kokusu vardır.

Neco’nun 50. yılında siz de sahneye çıkacaksınız. Hazırlıklar nasıl gidiyor?

Birlikte şarkı söylediğimiz zamanlardan birkaç şarkı okuyacağız. Bir de herkes kendi solosunu yapacak. Allah herkese 50. yılında bu kadar güzel şarkı söylemeyi ve fizikman dipdiri görünmeyi nasip etsin.

Sezen Aksu, müziği bırakacağını açıkladı. Doğru mu bu?

Sözleri yanlış anlaşıldı sanırım. Sadece çok koşuşturmalı, aktif yaşamına bir antrakt verdi. Stüdyoda yine şarkı üretecek ve yine bir sürü insana verecek. Çok zor işler yaptık ve yorulduk ama ben yorulmadım mesela. Sahnenin üzerinde doğup büyüdüm. Sezen, sahneyi o kadar sevmez. İşin mutfak kısmını daha çok sever. Sahneye canı çektikçe çıkar.

Siz hiç sahneleri bırakma noktasına geldiniz mi?

Yok ama küsüp dinlenme ve kendimi tedavi etme noktalarım olmuştur. İnsan kendine dönmeye ve içselleşmeye ihtiyaç duyuyor.


‘TAKLİT İNTİHAR GİBİ BİR ŞEY’

Neler küstürmüştü sizi?

Kimi zaman davranışlar, kimi zaman da çok güzel olduğuna inandığım şarkılarımın pek ilgi görmemesi. Bu, müzik zevki ve sosyolojik yapının hızla değişmesiyle ilintili. Hiçbir zaman bir popçu gibi şarkı söylemedim. İlk çıktığımda da derin ve edebi eserleri seslendirmeye çalışmıştım. O dönem moda olmayabilir ama şimdi o kadar çok talep ediliyor ki, bu beni tekrar canlandırdı.

Şu an müzik dünyasını nasıl buluyorsunuz?

Bir kısmını beğeniyorum bir kısmını beğenmiyorum. Her şey teknolojik olunca duygulara yer kalmıyor. Sanat duygusuz yapılamaz. Bir enstrümanın tınısı, insan gırtlağının gerçek hali bambaşka. Onun arayışındayım ve bu yüzden albüm çalışmasına girdim. Canlı şarkı söylemek yerine, playback konserler vermelerine hayret ediyorum. Bir insanı evinden çıkarıp oraya getiriyorsan, CD’yi çalıp üstüne okuyamazsın. Sıla’yı çok beğeniyorum. Şebnem Ferah artık kıdemli ama muhteşem bir şarkıcı. Halil Sezai’nin farklı yorumu insanın içine işliyor.

Veliaht kavramına inanıyor musunuz?

İnsan kendine emek verip yatırım yaparsa, tahtını ve tacını da kendi yapar. Biri birinin veliahtıysa benzeri demektir. Biri yaşarken, diğeri başarı kazanamaz. Bence taklit intihar gibi bir şey. Taklitli şöhretlerin ömrü çok kısa sürer.


'HER ŞEYE GÜLMEYİ DENEYECEKSİN'

Geçmişte bir MS rahatsızlığı geçirmişsiniz. Doğru mu biliyorum?

Doğru. Serdar Ortaç’ı hemen aradım. Tamamen atlatılan bir şey değil. Onu tahrik etmeden, kızdırmadan, arkada bir yerde başını okşayarak çöreklenmiş bir biçimde tutmayı öğrenmek gerek. Sağlıklı beslenip duygusal olarak deşarj olmanın yollarını bulmak gerek.

Hayatınızı kısıtlıyor mu?

Çok ciddi migren benzeri bir ağrı bıraktı. Çabuk sinirlenmediğimden içime atma problemim var. Onu dışarı çıkaracak ruhani çalışmalar yaptım. MS hareketlerimi kısıtlıyor.

Hep neşeli ve keyiflisiniz.

İşte tedavi yöntemlerimden biri bu. (Gülüyor) Ünlü ve başarılı olmaya başladığımı fark ettiğimde, acılarımı da herkesle birlikte yaşayamayacağımı anladım. Cesaretimi topladım, kendi kendimle baş etmeyi öğrendim. Her şeye gülmeyi deneyeceksin. Gülmek ve şarkı söylemek sağlığa çok yararlı.


'SAHNE HARİÇ ÇOK UTANGACIMDIR'

Mesleğinizin zirvesindeyken oğlunuzu dünyaya getirdiniz. Müthiş bir cesaret. Şan şöhret nere? Evlat nere?

Şartlar neyse, sızlanmadan ona bürünüp yaşamayı bilirim. Anne, baba, evlat gibi değerlerden asla vazgeçmem.

Şöhretin, sizden alıp götürdüğü en büyük şey ne oldu?

Özgürlüğüm. Hâlâ bir yerde bir kahve içerken göz hapsinde olmak beni utandırıyor. Çok mahcupumdur, belli etmemek için çok hareketli ve gürültülü konuşurum. Sahne hariç çok utangaçımdır.

Kendinizi kamufle edip dışarı çıktığınız zamanlar oluyor mu?

Kimse bilmez, yurtdışında bir dönem kıpkırmızı ve mavi saçlarla punk dolaşırdım. Türkiye’de topuzumla klasik bir görüntüm vardı. Dış görünümümle ilgili çok büyük çılgınlıklar yaptım.

İstanbul’da toplu taşıma araçlarını kullanıyor musunuz?

Çok istiyorum ama kimsenin huzurunu kaçırmak istemiyorum, kendiminkini de... Yurtdışında yaptım, yakalandım. Boston’da otobüse bindim. Sadece dört kişiyiz. Biri Türk çıktı.

Oğlunuz Cem’i bu dünyadan uzak tutmayı nasıl başardınız?

Hiçbir zaman şöhretin asansörüne binmek isteyen bir çocuk olmadı.16 yaşına geldiğinde, birçok arkadaşı hâlâ benim oğlum olduğunu bilmiyordu. Annesinin şöhretini yük olarak taşımasını istemedim.

Birçok ünlü ismin çocuğu devamlı gazetelerde manşet oluyor.

Hepsi çok acılar çekti. Türkan Şoray ne çekti Yağmur’dan. Yağmur da aynı arkadaşları gibiydi ama ışıklar altındaydı. Hülya’nın (Avşar) kızına neden yükleniyorlar? Ne kadar güzel bir kız oldu, Allah şansını güzel etsin.


'UZUN SÜREDİR KENDİMLE ÇIKIYORUM'

14 yaşında sahneye çıkmışsınız. Çocukluğunuzu yaşayabildiniz mi?

Ne çocukluğumu ne genç kızlığımı yaşayabildim. Sahnede tutunabilmek için kadın rolüne bürünmem gerekiyordu. Olduğumdan daha büyük gözükmeye çalışıyordum. Ama içimdeki çocuk ve genç kız ara ara hep bir yerlerden çıkar, onları içimde yaşattım.

Çocukken yapamadığınız neyi yapmak isterdiniz?

Çocukluğumdaki harika arkadaşlıkları devam ettirip tahsilimi tamamlamak isterdim. İstikbalim açısından daha çabuk para kazanmam gerektiğini düşündüm. Annem ve babam çok büyük bir aşk yaşıyorlardı ama ilişkileri çok inişli çıkışlıydı. O yüzden hayatım boyunca hep kendi başımın çaresine baktım.

Anne ve babanızın inişli çıkışlı hayatı, sizi evlilik konusunda korkuttu mu?

Elbette, çok genç yaşta evlilik teklifleri almama rağmen ancak 30 yaşımda evlendim. 31 yaşında evladımı kucağıma aldım. Hep sütliman bir aşk yaşamak istedim ama istemekle olmuyor.

Şu an bir aşk var mı?

Uzun süredir kendimle çıkıyorum (Kahkahalar) Kimseye beni mutlu etme görevi yüklemiyorum. İnsan birçok şeyi öğrendikten ve gözlemledikten sonra ne istediğini çok iyi biliyor. Benim istediğim gibi bir aşka günümüzde pek rastlanmıyor. O yüzden hayal gerçekten daha güzel. Mutluluğu yakaladım, onu bozacak değil yükseltecek birisi olması lazım.

19 Eylül 2014 Cuma

Nükhet Duru bütün gizli ve aşikar hikayelerin son masalıdır‏ (Nükhet'i dinlerken - 3)


Babasız büyümek zorunda kalmış, özellikle babaları yaşarken bu mahrumiyeti yaşamış bütün çocuklar erken büyümekle kalmaz ama aynı zamanda erken görürler annelerinin yalnızlığını. Ve bir çocuğun annesinin yalnız olduğuyla yüzleşmesi ise yaşamın gizini keşfetmesidir aslında. Bu giz üstüne kurulur yaşam. Her yeni gün, yaşanan her an, hiç bitmeyecek bir oyunun yeni bir yüzü olur. Korku vardır, kaygı vardır, endişe vardır ve alabildiğince güvensizlik vardır her yüzde, çünkü ilk ihaneti sığınağında, evinde yaşamıştır o. Dışarısı ne kadar korunaklı olabilir ki artık... Ya her gelene güvenecek ya da her geçenden sakınacak kendini. Ya alabildiğine kahkahalar atacak ya da melankolinin diplerinde yaşayacak... Ya herkesin en sıcak, en samimi dostu olacak ya da en gizli kırılganlıklarla geri çekilecek... Veya her aşkın bir yalnızlık olduğunu herkesden önce kavrayarak en dışa dönük ve en ulaşılır anlarında bile en uzak olanı yaşatacaktır karşındakine. O artık ne tek bir kişidir ne de tek bir karakterdir. Ve ne de tek bir yüzdür; tutarlılık ve inandırıcılık adına takmamız istenen ve değişmeyen maskeler gibi. Elbette bu nevrotik denebilecek sarsılmalara  izin vermez hayat, ve o tek maskeyi ister ısrarla her zaman. Oysa yetmez kimine, içlerindeki çağıltıları dökmeye bu en geçerli yaşam tarzı.
Ya delidir, ya peygamber, ya da sanatçıdır o kimisi... Ya alabildiğine kaygısızdır ve bağımsızdır bizi yok eden gündelik akıldan, ya da vahiy almaktır, vahiy iletmektir hakikati, insan tekinin yalnızlığına deva olsun diye. Veya sanatçıdır; yeniden çizer, yeniden yazar ve yeniden yaratır her nefes alınan anı. Bin bir yüz birbirine girer onda. Sonsuz sayıdaki karakter birbirinin içinden çıkar onun her sesinde ve birbirine dolanır onca hayat, onca hikaye her adımında.
O esmer yüze bakıldığında artık onca yüz bir arada görülüyorsa ve o esmer kadın sahnede kim bilir kaç hikayenin hem öznesi hem nesnesi oluyorsa, işte bu terkiptir onun büyüsü ve bu paradokstur onun albenisi.
Her sahne performansı ve şarkısı, her dansı hem kendisidir hem de hayatın kabul etmediği o olağanın dışındaki çokluk ve kalabalıktır. Kendisi de bilmez ve hesaplamaz önceden, nasıl bir hikayenin ele geçireceğini kendisini en bildik şarkısında bile. Bırakır kendini sahnenin ve konserin ruhuna ve can verir o ruha her adımında, her nefesinde tekrar tekrar.
Nedir ondaki bu sahicilik ötesi benzersiz ruh, nereden gelir, nasıl oluşmuştur bilinmez ama belki de ona sorsak, en alçak gönüllü haliyle birilerini sıralayacaktır kendinde iz bırakmış.
Geçmişin unutulmaz yıldızları da vardır, unutulmuş ve hatırası silinmiş ustalar da vardır onun sanatında, duruşunda ve bakışında. Kimler mi, hadi hayal edelim bu esmer kadının her sahneye çıkışındaki o sarsıcı etkinin arkasındaki kulis tozlarını ve hayaletleri.
'Şahane Kadın'ı hatırlar mısınız? Sevim Çağlayan. Onun pervasız ve uçarı sahne dansları bir gelenek gibi bugünün seyircisine geçer. Behiye Aksoy'un sahnedeki draması, bir hikaye yaşama ve anlatma ustalığına dönüşür. Zeki Müren'in notalara ve dile olan hakimiyeti daha gösterişsiz ve daha sade bir anlatım tarzına evrilir ve Safiye Ayla'nın sakinliği ve sadeliği derin sulardaki bilinmez karanlıklarla birleşip bir felsefe sesi ortaya çıkar. Müzeyyen Senar'ın dinleyiciye hissettirdiği gücü bu kadında şefkatli bir vicdan sesi, Münir Nurettin Selçuk'un geçmişi özleyen sesi bugünün duygularıyla yeniden tanımlanan bir ağıt olur. Sevinç Tevs ile Ayten Alpman'ın varyasyon sezgileri ve gizli bir duyguyla örülmüş doğaçlama tadındaki ifadeleri ise küllenmiş bir iç geçirmeyle buluşur, artık bir masala dönüşmüş divada.
Kulise döndüğünde yine annesinin yalnızlığını ve yaşam sevincini hatırlar bir daha asla yenilmemek için hayata, babasız büyümüş bütün kız çocukları gibi. Ve uzaklardan, başka dünyalardan aziz hatırası hep yaşayacak Güzin Hanım'ın incitmekten korkan o naif ve yaralı sesi gelir, tek bir cümleye bütün bir hayatın kaosunu ve işte o 'gizi' koyuveren sıcacık dileğinde.
''Bütün gizli ve aşikar duygularınız gerçek olsun''

Levent K.

1 Eylül 2014 Pazartesi

Açık Hava Dar Geldi!

NÜKHET DURU - TİMUR SELÇUK “BİZİM ŞARKILARIMIZ” KONSERİ, HARBİYE AÇIK HAVA, 27 AĞUSTOS 2014


Bu başlığı atabilmek için tam otuz yıl bekledim. Az buz değil. Neyse ki sanat denilen şey zamanla eskimiyor, değerinden kaybetmiyor; aksine zamana direndikçe kıymetleniyor. “Kafes Dar Geldi” diye başlık atmıştı Hey dergisi. Nükhet Duru ve Timur Selçuk’un Şan Tiyatrosu’nda birlikte verdiği konserden bahsediyordu haber. Hani şu Hollywood filmlerinde zengin evlerinin bahçelerini süsleyen kafes görünümlü ferforje kameriyeler vardır ya; işte ondan vardı sahnede dekor niyetine. Timur Selçuk o kafesin içerisinde çalıyordu beyaz piyanosunu. Yani fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla öyleydi. O konseri izleyemediğim için o haberi yapanı, o başlığı atanı delice kıskanmıştım. Resimlere baka baka bir hal olmuş, konseri ballandıra ballandıra anlatan yazıyı ben diyeyim yüz, siz deyin beş yüz kere filan okumuştum.


Sonra aradan otuz sene geçti. Şimdi yerinde yeller esen Şan Tiyatrosu’nun birkaç kilometre berisinde, Açık Hava Tiyatrosu’ndaydık. Nükhet Duru ve Timur Selçuk vardı sahnede. Bu kez ben de seyirciler arasındaydım. Ve konseri izlerken yazacağım yazının başlığını çoktan bulmuştum. “Açık Hava Dar Geldi!”


Bazen bazı şeyleri o kadar isteyerek geçirirsiniz ki içinizden, eninde sonunda olur. Otuz yıl sonra bile olsa… Öyle ya, kim derdi ki Nükhet Duru ve Timur Selçuk tekrar bir araya gelecek ve konser verecek? Bunca zaman sonra… Nükhet Duru saçını bile o zamanlardaki gibi toplamıyordu yıllardır (saç deyip geçmeyin, Nükhet Duru saçını açmışsa, bilin ki yine hoppidi hoppidi şarkılar söyleyecek, o da olmazsa televizyonda yemek pişirecektir; yok eğer topladıysa, gelsin “Beni Benimle Bırak”lar, “Melankoli”ler, velhasıl müthiş baladların muhteşem yorumcusu. Saç modeli müzik kariyerine bu derece doğrudan etki eden kaç şarkıcı vardır dünya müzik tarihinde ya da var mıdır bir örnek daha bilmem.)


Timur Selçuk deseniz, ‘90’larda Savaş Ay’ın programına bağlanıp Gökhan Tepe’ye ayar verdiğinden beri herkes ondan bir korkar olmuştu. Hem babasının hem de kendisinin şarkılarını kimselere vermiyor diyorlardı. Aksiliği, huysuzluğu dillere destandı handiyse. Röportajlarında dinden imandan fazlaca bahsettiği için döndüğünü düşünenler, bunu dillendirenler de çoktu üstüne üstelik (hem dindar hem çağdaş olunmazmış gibi.)

Yani sizin anlayacağınız bu ikilinin tekrar bir araya gelip konser vermesi benim gibi bu konularda hayallerine sınır koymayan biri için bile pek mümkün görünmüyordu. Duyduğumda şaşırmış ve hatta “fazla uzun sürmez” diye geçirmiştim içimden. “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” derler çünkü. Yıkanılabiliyormuş meğer. Gördüm.

Tıpkı ‘80’lerde olduğu gibi bu Nükhet Duru – Timur Selçuk ortaklığı da uzunca bir süredir bir konser serisi olarak devam ediyor. Hem de bugünün şartlarında pek kimsenin cesaret edemeyeceği bir şeyi yapıp, işe Anadolu şehirlerinden başlayarak yola çıktı ikili. Gittikleri her yerde büyük ilgi gördüler ve nihayet geçtiğimiz aylarda İstanbul’da Zorlu Center PSM’de İstanbulluların da karşısına çıktılar. Kesti mi? Hayır kesmedi. İşte geçtiğimiz günlerde Açık Hava’da yapılan konser, o konserin ikinci raunduydu. Açıkçası benim bu yaz konserleri arasında en fazla heyecan duyarak beklediğim konser de buydu. Hem yukarıda bahsi geçen yıllar öncesinden içimde kalmış ukde nedeniyle, hem de bencileyin bir müzikseverin katıksız müzikle, sesle, şarkıyla buluşabileceği az sayıdaki konserden biri olacağını bildiğim için.

Konser Nükhet Duru ve Timur Selçuk’un sahnede el ele seslendirdikleri “Selam Dostlara” şarkısıyla başladı. Yapraklarını yeni açmış pembe bir gül mü desem, bulut bulut pembe bir pamuk şekeri mi, yoksa damakta mutluluk tadı bırakan çilekli bir pasta mı? Öylesi bir kostümle bir Nükhet Duru ve bembeyaz gömlek ve pantolonuyla, yaş aldıkça daha da yakışıklı olmuş, aksilik, huysuzluk ne kelime, insanda sıkı sıkı sarılma hissi uyandıran sevimlilikte, sıcaklıkta bir Timur Selçuk düşünün. Ancak bu kadar tasvir edebilirim o anı.

Açılış şarkısının ardından Nükhet Duru “Gerisi Vız Gelir”i, Timur Selçuk ise “Bugün Yarın ve Daima”yı seslendirdi. Sonra tekrar Nükhet Duru’ya geldi sıra. “Benimsin Diyemediğim”i söyledi bu defa. Ardından birlikte “Kırık Kalpler”i söylediler. “Ben Sana Vurgunum” ve “Büyüme Çocuk” geldi peşi sıra Nükhet Duru’dan.

Saydığım şarkıları şöyle bir hatırınızdan geçirirseniz yazıyı okurken, zaten konserin gidişatı hakkında bir fikriniz olacak. Kimisi şiirli, kimisi gerçekten şiir şarkı sözleri ve her biri birer klasik olmuş besteler. Sahnedeki perdeye yansıyan şair fotoğrafları boşuna değildi. O gece o sahnede Sabahattin Ali de vardı, Nazım Hikmet de, Yahya Kemal de vardı, Ümit Yaşar da. Ve notalarıyla Ali Kocatepeler, Cenk Taşkanlar, Attila Özdemiroğlular, Selim Atakanlar…

Sadece altı kişilik bir orkestrayla, sadece böylesi şarkılar söyleyerek, göbek attırmadan, bütün elleri havaya kaldırmadan, işi “stand-up”a dökmeden bir konser verebilmek bu ülkede kaç kişinin harcı, bir düşünmek lazım. Nükhet Duru ve Timur Selçuk’tan bunu bekleyebilirdim gönül rahatlığıyla ama kaç kişi izler, bugünün seyircisi ne kadar ilgi gösterir kısmından emin olamazdım, eğer hem Zorlu PSM’de, hem de Açık Hava’daki seyirci kitlesini görmesem, İstanbul dışındaki konserlerde halkın gösterdiği ilgiyi duymuş olmasam. Yani hâlâ umut vardı. Zorlu PSM’deki konseri izledikten sonra Twitter’a boşuna “hayata, sanata, müziğe olan inancım tazelendi” diye yazmamıştım. Bu gece de aynı duyguyla ayrılacaktım Açık Hava’dan. Daha o dakikalarda bunu anlamıştım.

Sırada konserin en etkileyici anlarından biri vardı. Dede Münir Nurettin Selçuk’un bestesi “Aziz İstanbul”u oğul Timur Selçuk söylerken, sahnede torun Mercan Selçuk dans ediyordu. Hem de ne dans. Bir koreografi bir şarkının ruhunu bu kadar iyi anlayabilir, anlatabilirdi. Mercan Selçuk kuğu zarafeti ve müthiş yeteneğiyle herkesi (lafın gelişi değil) sahiden büyüledi. Kızı sahneden ayrılırken “çağdaş kızlarımızla gurur duyuyoruz,” dedi Timur Selçuk ve “tarihin en yakışıklı devrimcisi”ne bir selam gönderdi. Her geçen gün biraz daha çağın gerisine doğru sürüklenmekteyken, neleri kaybettiğimizi anladığımızda ne kadar geç olacağını düşündüm bir kez daha. Sanırım salondaki herkes de aynı şeyi düşündü. Alkışlar uzun süre dinmedi çünkü.

“Böyledir Akşamları İstanbul’un” geldi “Aziz İstanbul”un hemen arkasından. Sonra Aysel Gürel’e bir selam gönderip” Sevda”yı söyledi Nükhet Duru. Timur Selçuk’un en eğlenceli ama aynı zamanda da en hazin şarkılarından biri olan “Karantinalı Despina”yı Selçuk söyledi, Duru canlandırdı sahnede. Ardından “Aldırma Gönül” ve bir başka neşeli ve hazin Timur Selçuk şarkısı olan “Pireli Şarkı” geldi. Bu şarkı vesilesiyle Nükhet Duru bir kez daha henüz gazinolarda uvertür bir şarkıcıyken “Pireli Şarkı”yı söylemek için verdiği mücadeleyi anlattı. Aranjmanın altın çağını yaşadığı o günlerde, gazino sahnesinde “Bim Bam Bom”, “Şiribim Şiribom”, o da olmadı “Senden Başka” söylemek varken, gencecik bir kız niye “Bu düzen böyle mi gidecek, pireler filleri yutacak” diyen bir şarkı söylemek ister ki? İstemiş işte. O yıllardaki en büyük hayalinin Timur Selçuk’la tanışmak ve çalışmak olduğunu da söyledi. Ve sonra bu hayalinin nasıl gerçeğe dönüştüğünü… Yazının başında da bahsi geçtiği üzere, hayallerin gerçeğe dönüşmesi bazen bir güne, bazen otuz yıla bakıyor ama gerçekleşiyor işte bir şekilde. Sebat etmek lazım…

“Al Gönlümü Diyar Diyar Sürükle” vardı sırada. Hani zamanında dev 45’lik formatında yayımlanan ama pek fazla kıyametler koparmamış o şarkı. En çok o an şaşırdım çünkü bütün Açık Hava şarkıyı Nükhet Duru’yla birlikte söyleyecek kadar iyi biliyordu. Demek ki bazı şarkıların değeri zamanla anlaşılıyordu böyle. Ne güzeldi.

Nükhet Duru’dan “Sessiz Gemi”, Timur Selçuk’tan “Beyaz Güvercin” ve birlikte söyledikleri “Endülüs’te Raks”la ilk yarı sona erdi. Boş yoktu o ana kadar zaten. Bundan sonrasında da olmayacağı belliydi. Nitekim olmadı da.

Bu arada şunu da söylemem lazım… Ben böyle ardı ardına yazıyorum ama aralardaki konuşmaları, Nükhet Duru ve Timur Selçuk’un o tatlı tatlı cilveleşmelerini, özellikle Selçuk’un siyasi gündeme dokundurmalarını, birlikte anılarını, o ortak geçmişin sahne üzerinde yarattığı sinerjiyi burada yazarak anlatmak pek zor. Onu bizzat izleyip, görmek lazım.

İkinci yarı Nükhet Duru’nun ardı ardına seslendirdiği üç ‘70’li yıllar klasiği ile başladı: “Anılar”, “Cambaz” ve “Melankoli”. Sonra Timur Selçuk “Ekonomi Bilmecesi”ni söyledi ve konserin başından beri süregelen bir gülüp bir ağlama, bazen de ağlanacak halimize gülme durumumuz bu şarkıyla da devam etti. Ve bir başka pik noktası geldi sonra. Nükhet Duru öyle bir “Destina” söyledi ki, kendisi de dâhil, oradaki herkes dağıldı. Dakikalarca alkışlandı bu performanstan sonra. Etraftaki onca uyarana, ses düzenidir, ışıktır, üzerindeki kostümdür, makyajdır gibi onlarca yorucu detaya, binlerce kişinin seni izlediğini biliyor olmana ve dahi bir tek notayı yanlış basmanın bütün büyüyü yok edeceğinin farkında olmanın gerginliğine rağmen insan bir şarkının içine nasıl bu kadar girebilir, nasıl o şarkının söyleyeni değil de ta kendisi olabilir, anlamak mümkün değil. Hiç abartmıyorum. Ben duyduğumu, izlediğimi biliyorum sadece. Nefessiz kaldım. Ağladım.

Timur Selçuk “Sen Neredesin”i söyledikten sonra bu defa da Nükhet Duru’dan “Beni Benimle Bırak” tokadı geldi seyirciye. Şarkının ikinci yarısını mikrofonsuz söyledi ve biz bir kez daha ağzı açık ayran budalası gibi bakakaldık. O Nükhet’i Nükhet’le bırakıp gidecek herif her kimse, hep beraber üzerine çullanıp ağzını burnunu kırabilirdik o dakika. Bu şarkıyı belki otuz beş bininci kez dinliyorduk her birimiz ama hikâyeye yine inanmıştık, yine inanmıştık işte. Bizim suçumuz yoktu; Nükhet inandırıyordu. Neyse ki hemen ardından Timur Selçuk o çok muzır “Dönek Türküsü”nü söylemeye başladı da, havamız değişti. Selçuk bu şarkıyı “tarafsız” medyamıza armağan etti. “Sağcıyla sağcı, solcuyla solcu, çevir kazı yanmasın, çevir de çevir, çevir kazı yanmasın, devir bu devir,” şeklinde sürüp giden sözleriyle bu şarkıdan güzel armağan olur muydu hakikaten “tarafsız” medyamıza? Olmazdı tabii ki.

Sonra tekrar Nükhet Duru’ydı sıra ve ardı ardına önce “Geberiyorum”, ardından “Sevda Değil” geldi. Timur Selçuk “Ayrılanlar İçin”le bir kez daha bizi mest etmişti ki, konserin en vurucu anlarından biri daha geldi çattı. “Rindlerin Akşamı”na girdi Nükhet Duru, “Dönülmez akşamın ufkundayız,” diye başlayarak. Pop şarkıcısı diye bildiğimiz birisi alaturkayı nasıl söyler? Ya da nasıl söylemeli? Mesela Ajda nasıl söylüyor? Yakın zamanda dinledik, gördük. Mesela Sertab alaturka albümünde bu şarkıyı da söyledi. Onu da dinledik. Timur Selçuk’tan fırça yemeden önce Gökhan Tepe de söylemişti mesela. O gece bir de Nükhet Duru söyledi işte. Bırakın popçuları bir kenara, alaturkacı bildiğimiz nicelerinden bile katbekat iyi söyledi diyeyim sadece. Daha fazlasını yazarsam ayıp olacak birilerine.

“Beni Kör Kuyularda” ve “Kalamış”la devam etti alaturka seansı. Aslında bu seans, konserin bittiğinin de habercisiydi ama elbette “İspanyol Meyhanesi” olmadan olmazdı. O da oldu. Açık Hava’nın kötü büfelerinin kötü ve fahiş fiyatlı kahvelerinden başka bir şey içmemiştik ama sarhoş olmuştuk yine de. “Öleceksek ölelim,” noktasına ise çoktan gelmiştik. Yani en azından ben gelmiştim. Bu konserin şahidi olmuştum ya, ölsem gam yer miydim artık? Yemezdim. Var gücümle eşlik ettim ben de şarkıya: “Yeter, yeter, öleceksek ölelim!”

Tabii Nükhet Duru ve Timur Selçuk bu şarkıdan sonra indikleri sahneye alkış kıyamet geri dönmek zorunda kaldılar ve “bis”i “Otomobil Uçar Gider”le yaptılar. “Güzel yolcu güle güle” dediler bize. Hiç gidesimiz yoktu oysa. Ama bilmeyenler için söyleyeyim, Açık Hava’da müzik en geç 00:30’da bitmek zorunda. Yoksa çevredeki otel müşterileri rahatsız oluyormuş. Hemen her konser böylesi bir yarım kalmışlık duygusu bırakarak bitiyor bu yüzden. İsteseler de uzatamıyorlar. İstesek de uzatamıyoruz biz de. Neyse… Bırakın konser sesini bir kenara, konserlerin yapılıyor olmasından, konserlerde sahnede çalınan, söylenen, konuşulanlardan bile rahatsız olanlar var bu ülkede; hepimiz biliyoruz. Buna da şükür yani. Yoksa “bunlar iyi günlerimiz” mi demeliyim? Enseyi karartmayayım yine de. Herkes gelir gider, her şey olur biter ama müzik kalır, söz kalır, sanat kalır. Tarih boyunca böyle oldu bu. Sanata tedbir koyamazsınız. Koydum sanırsınız ama yanıldığınızla kalırsınız. Anladınız siz onu.

Eve dönerken kendime yeni bir çıta koyup, bir hayal daha yeşerteyim dedim taksicinin bangır bangır çalmakta olduğu arabesk şarkıyı duymazdan gelerek. Mesela bir gün benim resmim de o ekrandaki şairlerin, söz yazarlarının resimleri arasında yer alamaz mıydı? Neden olmasındı? Nükhet Duru’ya ben de şarkı sözü yazmıştım (Bknz: Yedi Kocalı Hürmüz Müzikali 1999.) Sonra o yazdığım şarkıları düşündüm. Biri şöyleydi mesela: “Kandilleri yakarım, rakıya su katarım, sürünürüm misk amber, hem çalar hem oynarım”. Sonra tekrar konseri düşündüm. Benim şarkı olsa olsa kelebek konmuş etkisi yaratırdı bu konserde. Vazgeçtim bu hayali kurmaktan. Zaten bir otuz sene daha bekleyecek kadar yeni değildi nüfus kağıdım. Hayal kuralım kurmasına da mantığı da fazla zorlamamak lazım.

Ha bu arada, konserin bir tekrarı da 26 Eylül’de Bostancı Merkezi’nde olacakmış. Hani bu yazıyı okuyup da özendiyseniz filan, bir yeriniz şişmesin. Gidin izleyin. Hayata, müziğe, sanata olan inancınız tazelensin.

Hakan Tok

EYLÜL 2014

http://yavuzhakantok.blogspot.com.tr/2014/09/ack-hava-dar-geldi.html

Nükhet Duru, Şebnem Ferah Konserinde

Nükhet Duru da sesine hayran olduğu Ferah’ın şarkılarına eşlik etti.











Nükhet Duru Harbiye Konseri'nden























































Vatan