Yazar Cenk Özbay Pazar, 02 Ocak 2011 21:07
“Nükhet Duru saat 11 gibi şarkı söylemeye başlıyor, demek ki en geç 10.30 gibi orada olmanız lazım ki, hem siz oturun yerleşin, hem de masanız boşmuş gibi bir intiba uyanmasın.”
Elbette! Daha bile erken geliriz ve bekleriz. Kolay değil, çok uzun zamandır ilk kez İstanbul’da düzenli şarkı söylemeye başlayan, Türkçe Pop’un sahnede devleşen bu büyük yorumcusunu, bir kaç sembol isminden birini dinleyeceğiz. Biz ve bizler gibi sıkı takipçileri, yaşımız ve coğrafi koordinatlarımız elverdiğince, nerede söylerse, kimle söylerse gittik ve dinledik onu; yaşayacağımız deneyimin gücünü, hatta daha net ifadesiyle büyünün tesirini farkındayız muhakkak. Kusur etmedik, etmeyiz.
Ama sanki O’nu daha önce dinlememiş, neyle karşılaşacağını tam da farkında olmayan çoğunluk da kusur etmiyor ve İstanbul’a yılın ilk ciddi karının düştüğü bu Cuma gecesi, yollar kar paniği yaşayan İstanbulluların çekilmesiyle boşalmışken, birer ikişer Balmumcu Plaza Hotel’in çatısındaki Sky Bar’ı dolduruyorlar. Kadın erkek, yaş almış ya da henüz taze, ikili ya da grup, tüm masalar doluyor ve kapıya gelip “girebilir miyiz” diyen rezervasyonsuzlar üzüntüyle geri çevriliyorlar. Erol Evgin’in altı sezondur cumartesi akşamları şarkı söyleyerek bir kent geleneği haline getirdiği bu mekân ve izleyicisi, belki de böyle bir sahneyi uzun zamandır özleyen Nükhet Duru’yu bağrına basıyor. 11’i çeyrek geçe Seninle’nin ilk notalarını duymaya başlıyoruz.
Seninle’yi söylediği, hem de çıkış şarkısı olarak söylediği için mutlu; siyahlar içinde, zayıflamış, daha da güzelleşmiş, her zamanki gibi enerjik ve mutlu görünen; zeki, müstehzi ama ilk şarkının gizlenemez tedirginliğiyle bakan; nabzını yakalayıp, bir daha da bırakmayacak olduğu seyircisini tanımaya çalışan Nükhet Duru’ya kulak kesiliyoruz. ’81 albümünü taşıyan, Onno Tunç’un bu ilk bestesini her zamanki gibi içten, her zamanki gibi [ilk şarkı olmasına rağmen] bize de taşırarak, geçirerek söylüyor. Kendisinin yazdığı belki de en güzel sözleri, hece hece vurgu vurgu anlatıyor bize. İlk kez duyan var mıydı bilmiyorum ama o geceden sonra bu istisnai şarkıyı sevmeyecek olan yoktur, eminim.
Yıllardır Duru ile çalışan Ahmet Özden ve ekibi ile yolların ayrıldığını, Eser Taşkıran yönetiminde yeni [ve daha büyük] bir orkestranın çalışmaya başladığının bilincinde olarak, kulağımı Duru’nun esir alıcı yorumundan uzaklaştırmaya çalışıp, arkadaki müziğe yoğunlaşmaya zorluyorum. Daha canlı, daha kuvvetli, daha çok sesli bir biçimde eşlik ediyor soliste bu orkestra. Henüz çalışmaya başladıkları, aynı şarkıları yıllardır geçmedikleri de düşünüldüğünde, kimi ufak tefek aksaklıklara karşın, yakalanan uyumun seviyesi dikkat çekici. İki tarafa da uğurlu geleceği belli bu işbirliğinin.
Kırık Kalpler’in ilk notaları duyulduğunda, bizim masada öyle bir coşku oluyor ki etrafa bakamıyorum bile. Timur Selçuk’un Nükhet Duru için yaptığı ve ’94 [Geberiyorum] albümünde yer alan bu eşsiz eser, Duru’nun sesinde bir kez daha büyüyor ve pek de bilinmemesine rağmen, salonu esir alıyor. Hemen ardından gelen Beni Tanıma ise beklendiği gibi sadece alkış değil, “bravo” sesleri ve ıslıkları da beraberinde getiriyor. Gecenin başında, seyirci çözülüyor. Duru keyifleniyor.
* * * * *
“Her konserde insanların aklını kurcalayan, ‘ne zaman söyleyecek acaba’ diye bekledikleri eserler vardır. Durun, sizi bu gece hiç yormayayım” diyor ve Melankoli’yi söylemeye başlıyor. Hiç eskimeyen, hiç eskimeyecek, Duru’nun da hiç bozmadığı, her söyleyişinde daha lezzetlendirdiği bu Ali Kocatepe bestesi, beklendiği üzere salonu sarsıyor. Dikkat ediyorum ki, gecenin ileri bir saatinde, içki içilen bir barda olmamıza rağmen, herkes sessiz, ağzı açık Duru’yu dinliyor. Sanki konserdeyiz!
Melankoli’nin duygusal tahribatından kurtulamadan, Yasaksa Yasak geliyor. Şüphesiz ki biliniyor, çok seviliyor ve çok alkışlanıyor ama esas kıyamet Nükhet Duru’nun kendisini dinlemeye gelen besteci Selim Atakan’ı anonsuyla Destina’yı söylemesiyle kopuyor. Benim gibi 1989 yılından beri bu şarkıyı muhtelif kayıtlardan ve muhtelif kereler sahnede dinlemiş birisi için bile, Duru o gece Destina ile soluk kesiyor. Destina diye haykıran sesi, notalardan çıkıyor, tokat olup yüzümüze vuruyor, acısıyla bir damla yaş düşürüyor gözlerden. Nefes bile alınmayan sessizliğin sonrasında patlayan alkış durmuyor, büyük besteci Atakan da uzun uzun selamlanıyor hayranlıkla.
Rakılar ikileniyor, etrafa şaşkın şaşkın ‘şanslı gecemizde miyiz’ diye bakınırken anlıyoruz ki, Duru’nun soluklanmaya pek niyeti yok. Bir diğer olağanüstü hit, Sabahattin Ali şiiri, Ben Gene Sana Vurgunum yankılanmaya başlıyor. Herkes, hep bir ağızdan eşlik ediyor ama Nükhet Duru ne şiire, ne besteye ne de kendi yorumculuğuna ihanet etmiyor: İlk satırından son satırına söylüyor şarkıyı, kolaya kaçmıyor. Tekrar olacak ama salon bir kez daha durmayan alkışlarla yıkanıyor. Sırada Sevda var. Beğenmeyenleri vardır elbette ama bir kez daha anlaşılıyor ki bu küçük, naif şarkı 35 yıllık dolu dolu bir kariyerin en sevilen eserlerinden olmuş, hep bir ağızdan coşkuyla söyleniyor, Duru da her zaman yaptığı gibi Aysel Gürel’i anıyor. Konuklar arasında bulunan Işın Karaca’nın seslendirdiği bir şarkıdan hemen sonra Atilla Özdemiroğlu’nun bir diğer klasik bestesi Tanrım’a geçiliyor. Değişmeyen mizansen: Duru bu şarkıyı söylemeyi, söylerken eğlenmeyi, dinleyici de bu şarkıyı duymayı, mırıldanmayı, kikirdemeyi çok seviyor. Tanrım, bir kez daha misyonunu başarıyla tamamlıyor. Deniz ve Mehtap ve benzeri şarkılardan mürekkep, farklı dillerdeki bir potborinin ardından bir sigara, ihtiyaç arası veriyoruz. Duru kostümünü değiştirmek için kayboluyor.
Dönüş, hızlı ve sürprizli oluyor. Kariyerinin en sempatik şarkılarından, İlhan Şeşen bestesi Aşık Oluyorum Eyvah, ara sonrası yeniden ortamı ısıtıyor. Derken, Duru ciddileşiyor. Tecrübeliler meseleyi hemen anlıyor: Sırada, Cenk Taşkan’ın başyapıtı Beni Benimle Bırak var. İlk yarıyı mikrofonla, 30 küsur yıldır değişmeyen ton, değişmeyen hissiyatla söylüyor. İkinci yarı ise mikrofonsuz. Duru’nun elektronik dolayıma uğramamış, çıplak sesi bizi sarıyor ve sarsıyor. Bazı gözler yine yaşlı.
* * * * *
Bilenler bilir, Nükhet Duru mutluluğa şükreder. “Bir nefes gibi” titrerken sesi, bizi istediği acının pençesine atabilir, “iyi oldu gelmediğin” deyip perişan edebilirken, bu kabiliyetini istismar etmez, amiyane tabirle, arabesk yapıp parsa toplamaz. Biz allak bullak olmuşken O, sıradaki İspanyol Meyhanesi ile kah coşuyor, kah dans ediyor, kadehlerimizi kaldırtıyor. Timur Selçuk’un bu ölümsüz eserini yorumlamışken, işbirliği uzun on yıllara yayılan bu değerli partnerini onun Karantinalı Despina’sı ile anıyor ve sıra Yeni Türkü’ye geliyor. Telli Turna ve önce Rumca, sonra Türkçe olarak Olmasa Mektubun söyleniyor. Saatler ilerliyor ama seyircinin coşkusu eksilmiyor. Sırada Erol Evgin’in kulaklarını çınlatmak var: Bir de Bana Sor ve Söyle Canım ile… Ayten Alpman da Ben Böyleyim ile yerini buluyor. Elbette, Duru’nun meslektaşları başka herkesten önce Sezen Aksu, Ajda Pekkan ve Nilüfer’dir. Sevgili arkadaşlarını, araya onlar hakkında küçük anekdotlar koyarak, hafif hafif dalga geçerek sahnesine taşıyor ve [her zamanki gibi olağanüstü bir] Sen Ağlama, Değer mi Hiç, Sensiz Yıllarda, Gözlerinin Hapsindeyim ve Mor Menekşe ile yâd ediyor. Kalkan kadehler, yükselen kahkahalar, kaynayan kanları herkesten daha iyi Duru okuyor elbette. Sırada bir diğer beklenen, bir diğer olmazsa olmaz, Mahmure var. Çırpılan eller, oturduğu yerde kıvrılıp bükülen bedenler, bir diğer Duru klasiği ile coşuyor: Ele Güne Karşı. Hiçbir zaman albümlerinde söylemese de sahiplendiği, ona çok yakışan bu şarkının ve arkasından gelen dans şovunun manası açık. Bir güzel gece de böyle bitiyor.
Dedim ya, bar programı değil, en alasından bir Nükhet Duru konseriydi başımızdan geçen. Öyle kolay bırakmaya da niyetimiz yok. Salon “Nükhet” diye bir kaç dakika inleyince, Duru ısrarı kıramıyor, yeniden sahne alıyor. Neler isteniyor diye sorduğunda, en kuvvetli ses Melankoli diye bağırıyor, Duru üşenmeden bu değişmez yol arkadaşına bir kez daha ses veriyor. Ardından, “bu isteği de kıramam” diyor ve Beni Kör Kuyularda’yı provasız, ciddi bir eşlik olmadan söyleyiveriyor. Bir anda ağırlaşan havanın üzerine, bizi bu halde bırakmak istemiyor ve yine ne isteriz diye soruyor. Ben koca sesimle “Nerde” diye bağırıyorum, bu havayı dağıtır diye belki de, ama dudak büküyor (sonradan öğreniyorum ki, ne zamandır hiç çalınmamış bu şarkı). Bir kaç yerden Anılar’ı istiyorlar, hepimiz Anılar diye bağırıyoruz, Anılar da bu şekilde söyleniyor. Duru bir kez daha bitmeyen alkışlarla sahneden iniyor. Saat 2:30’a geliyor.
Programdan sonra, kulis olarak kullandığı odada yanına gittiğimizde, önce en gölgede kalmış ama bana göre en değerli şarkılarından Seni Benden Alamazsın’dan laf açılıyor, “keşke söyleseydim” diyor samimice. Saatlerce sahnede benzersiz bir efor sarf edip de henüz aşağı inen o değilmiş gibi gözleri parlıyor. “Çık” deseler yeniden söylemeye başlayacakmış gibi. Bir önceki gün, facebook.com sayfama Gözlerin Bulutlu’dan bir satır yazdığımı, insanların da şarkının başka satırlarıyla cevap verdiğini anlatıyorum, çok mutlu oluyor, hemen ilk satırını mırıldanmaya başlıyor. “Bir daha geldiğinizde mutlaka Gözlerin Bulutlu da yapalım” diyor.
Otelin dışına, sabahın ayazına çıkıyoruz. Hepimizin dilinde başka bir Nükhet Duru şarkısı; bu gece sırası gelenlerden ya da gelmeyenlerden. Zaten bir tek gecede her şarkısını, en önemlilerini bile, çalmaya da imkân yok. Arabada tek ortak yanımız, ilk kez de izlemiş olsak, yıllar içinde defalarca tanık olmuş da olsak, büyülenmiş olmamız. Gerçek bir sanatçıyı, böylesine eşsiz bir yorumcuyu, doğru düzgün bir ortamda, bizler gibi bir dinleyici önünde doya doya dinlemiş olabildiğimiz için ne kadar şanslı olduğumuzu konuşuyoruz durmadan. İstanbul’da böyle yerlerin yok olduğunu, performans izleyip 1-2 içki içmenin neredeyse tümüyle çok çok yeni (no name) ya da ziyadesiyle underground isimlere kaldığından yakınıyoruz. Nükhet Duru ve dengi yorumcuları dilediğimiz zaman gidip dinleyebileceğimiz, içerisinin de mafyöz erkekler ve mankenimsi kadınlarla dolu olmadığı, müzik için gelinen yerler istiyoruz. “Gazinolarda ciddi müzik yapılırdı” ağıtları artık bitse de birisi şu bariz ihtiyaç, ciddi talep için bir şeyler yapabilse keşke. İyi ki Sky Bar gibi yerler ve Nükhet Duru gibi yorumcular var…
Dilimiz aynı şarkıya çalıyor yine, “Seninle, bir yolun başındayız…” Bunca yıldan sonra, hala!
Cenk Özbay - Müzik gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder