“Neticede bebeğim, hikayenin tamamını bilmek istemezler”
Ne bileyim, belki belli bir yaşta olmak gerekiyor. Elbette “istihza” ve “kinaye” sözcüklerinin en rafine anlamlarına da hakim olmak gerekir. Diyorum ki, Nükhet Duru’nun beyaz pantolon ceket takımıyla meyhaneden içeri girerken, gülerek kollarını iki yana açıp “Cannım, tattlımmm, bebeğğim” deyişindeki zilli çıngıraklı seslerin aslında hayatın derin kavranışından sonra mükemmelen belirlenmiş bir felsefenin ipuçları olduğunu anlamak ve bunun tadına varabilmek için insanın bir deme varması gerektirir... Karışık mı oldu? Nükhet Duru gibi şöyle elimi havada estirerek, gülerek söyleyeyim o zaman: Sadeleştiririz bebeğim!
Nükhet Duru’nun sanki neye dokunsa onu şekerle kaplıyormuş gibi bir sesi ve tavrı var ya, oturur oturmaz bu hususla başlıyorum konuşmaya. Ama o masada her şeyi tek tek şekerlemekle meşgul. Tek tek meze tabaklarını, çatalları, bıçakları ve en son garsonumuza:
“Şekerim bana bir şarap bardağı getirir misin?”
Şarap bardağında rakı?
“Aaa ben süslü severim!”
Oturduğumuz anda bizden başka kimsenin olmadığı meyhaneyi dolduran, bu bitmek tükenmek bilmeyen neşe, can nereden geliyor. Bu ziller, çıngıraklar?
“Bunu sahte sananlar var. Özür dilerim, ben böyleyim.”
Yine gülüyor. O zaman hikayeyi en baştan anlattırmanın zamanı geliyor.
Şu felç meselesi
“Çocuktum ben, ama ne istemediğimi iyi bilirdim. Gazinoda büyüdüm sayılır. Gazinolarda o zaman iki tip şarkıcı vardı. Bir TRT sanatçıları bir de genç şarkıcılar. Gençlerin görevi eğlendirmekti, kimse yüzümüze bakmazdı yani. Ama bak o zaman bile, hayatımda sigara içmedim mesela, elimde ağızlıkla poz verdiğimi hatırlıyorum 17 yaşında albüm kapağında. Hep böyle bir tiyatro olsun, revü yıldızı gibi olayım, öyle görüyordum demek kendimi.”
Bi’ dak’ka bi’ dak’ka! Şu on yedi yaşla ilgili bir hikaye vardı. Birden felç gelmiş de genç Nükhet aylarca yatmış da sonra aniden kalmış gibi. Başını sallıyor:
“Tabi canım, yattığı gibi kalktı! Hep öyle söylerler. Neticede bebeğim, hikayenin tamamını bilmek istemezler!”
Sessizlik...
Kederi kahkaha ile ezmek
Hikayenin gerisini anlatışı şimdi burada anlatacağım gibi kolayca oluvermedi. Bir sürü soru sormam gerekti. Bir sürü kere durdurup başa döndürdüm Nükhet Duru’yu. Çünkü acılı, zor, kederli hikayeleri elinin tersiyle savurup havada bir kahkahayla ezme üslubu var. Ama ancak parçaları birleşince en başta söylediğim istihzanın kıymetini anlayabiliyor insan. Hikaye şöyle:
“Ben istenmeyen, sevilmeyen bir çocuktum. Annemle babam çok inişli çıkışlı bir aşk yaşıyorlardı o zamanlar. Babam charme’ı olan, ama hovardalık da yapan bir adam. Annem de onu idare edebilen bir kadın değil. Geceleri kavga ediyorlar. Ben her kavgada saklanıyorum, duymayayım diye.”
O kavgalardan sonra Nükhet Duru’nun da başına işler geliyor ama geçiyoruz oraları...
“Sonra günün birinde ben 11 yaşındayken bunlar ayrıldılar. Annem çekti gitti yurtdışına. Arayıp sormadı. Babam da beni bir yatılı okula verdi ama unutuyor beni orada. Tatilde yatılı okulda unutuyor mesela. Ben yine böyle unutulduğum bir zaman, çıktım kendi başıma yürüye yürüye anneannemin evini buldum koca İstanbul’da. 13 yaşındayım. Kapıyı çaldım. Annem! Annem beni görünce bayıldı. Meğer babam anneme demiş ki ‘Kızımız trafik kazasında öldü’. Kadın beni yıllar sonra canlı görünce bayıldı tabii.”
Peki annesi neden arayıp sormamış? Nasıl yani? gibi sorular sorarken ben, Nükhet Duru çok sakin:
“Sen bak hiç meze yemedin. Biraz ye, vallahi ben sana kaldığımız yerden devam ederim, merak etme.”
Ben öyle şaşkın bakınca:
“Ooo, ne hikayeler ne hikayeler! Türk filmi gibi. Daha dur sen.”
Yine gülerek, şekerleyerek anlatıyor hikayeyi:
“Ben bebekken kararını vermiş bir çocuktum demek ki. Şarkı söyleyeceğim, orası çok kesin. Sokakta 25 kuruşa şarkı söylerdim. Ver 25 kuruşu Nükhet sana şarkı söylesin! Neyse şekercim, 13 yaşındayım ve durmadan balkondan şarkı söylüyorum. Beni duysunlar da bulsunlar! Nihayet şükür, sonunda komşunun oğlu orkestrada çalıyormuş ‘Gel bakalım’ dedi. Neticede bebeğim, gecede 35 liraya başladım şarkı söylemeye. Sonra 50, sonra 200... Annem çalışamıyor çünkü, para yok yani...”
Anne niye çalışamıyor?
“Çok güzel çünkü. Nereye gitse ya sarkıntılık oluyor ya kıskançlık, bırakmak zorunda kalıyor işi.”
İnsanın en şaşırdığım yanı da bu işte. Kendi hikayesine bakarken bir tür körlüğü bellemesi. Ve kadınların en çok içimi ezen yanı da bu; belki de hepimizin annelerimizi kurtarmak için büyümeleri... Neyse, çok deşmiyoruz buraları. Hikayeye devam:
“Çok mutluyum o sıra. Herkes de bana bayılıyor. Kuliste maskot gibiyim. Bebeğim daha ayol! Kulistekiler bana ailem gibi geliyor. Böyle bir-iki yıl geçti. Maksim’de bir de Gülizar’da çıkıyorum artık. Durmadan çalışıyorum. Fakat tabii babamın bu olaylardan haberi olmuş. ‘Benim kızıma ne yapıyorlar?!’ diye delirip polisi aramış. Gazinoda çocuk çalıştırıyorlar diye.”
Yatılı okulda kızını unutan baba mı? Buraya, virgüle benzeyen kırgın bir gülüş koyup devam:
“İki polis geldi bir gece gazinoya. Beni alıp götürdüler. Gittik Müteferrika’ya, Sirkeci. Beni oraya oturttular. Hep hayat kadınları. Ben onların yanında Madam Claude malı gibi göründüm, anladın? Benim derdim de ertesi gece sahneye çıkabilecek miyim? Çalışmaya devam edebilecek miyim?”
Beş dak’kada reşit!
Hikayenin burasında çok acı bir ayrıntı var. Bir test, testte bir kaza, memurların telaşa kapılması, canı yanmış kızın gazinocular kralı Fahrettin Aslan’ı araması, Vali yardımcısının odasında sessizce imzalanan kağıtlar ve bir anda yaşı büyüyen ve kapıdan Fahrettin Aslan’ın Mercedes’iyle çıkıp o gece sahneye kendini atan Nükhet Duru...
“Beş dakkada Beşiktaş, Vali muavininin odasından reşit çıktım yani!”
Meşhur Nükhet Duru gülüşü az gölgelenince hemen savuruverdi elini havada:
“Ben sana bunları başka havada anlatsam gülmekten ölürsün!”
Peki şu ünlü felç hikayesi?
“İşte o zaman, o kadar çalışmak, o gece karakolda olanlar, babamla bu hikaye vesaire derken, bunlar benim kafamda büyüye büyüye büyüye.... Bir sabah kalkamadım yataktan. Altı ay! Kimse bilemedi ne olduğunu. O zaman bilinmiyor tabii. Fakat anlaşıldı ki ben MS hastasıyım!”
Yani?
“Yanisi işte öyle, yıllardır MS hastasıyım ben. Yani ben öyle sahnede kıvırtırken, fıkırdarken aslında şükür dansı yapıyorum bebeğim.”
Ama peki bunu pek kimse bilmiyor değil mi? Yani bütün bu hikayeyi?
“Neticede bebeğim, hikayenin tamamını bilmek istemezler!”
Ben gülmüyorum ama o gülebiliyor.
Bütün bunları anlatırken de arada o kadar bambaşka ayrıntılar söyleyiveriyor ki... Şöyle şeyler mesela:
“Gelirken Zara’ya girdim. O kızlarla bir sarılışımız var!..”
“Benim oğlan kızdı bana bugün, şoförü almadım taksi çağırdım diye. ‘Sen Nükhet Duru’sun anne, bunu bir anlasana!’ diyor. Ha ha ha....”
“Bak bu mezeyi mesela benim öğrenmem lazım. Ne var bunun içinde sence?”
Böyle şeyler... Gergin, hırslı bir süperstar gibi şeyler değil, bir kadının hayatın üzerine yayılarak, çoğalarak yaş aldığına dair küçük ipuçları. Nasıl oluyor böyle peki? Nasıl böyle olabiliyor yani? Capcanlı.
“Ben star olmak istemedim. Hayatı kaçırmayayım diye yaşadım hep. Kendimi o kadar ciddiye almadım hiç. Star olmak istemedim ama her şeyi yaşamak istedim. Bulaşık da yıkayayım, seyahat de edeyim, çocuk da yapayım. Hayatta ne varsa yapayım, bunu istedim.”
Ve benim en sevdiğim cümlesini söylüyor böylece:
“Bebeğim, ben kendimle insani ilişkiler içinde olmak istedim.”
Bu gülümseme, bu incecik istihza oradan mı geliyor?
“Bu hayat da beni önce hayatla, kendimle, sonra da bunu anlamayanlarla dalga geçen biri yaptı. Nesseserim ‘(ihtiyaç malzemeleri) içinde kadınım ben. Burnuma yol kokunca giderim. Bilemezsin, belki bir gün beni kimse hatırlamaz. Ben insan biriktireyim de!”
Korkmuyor mu peki bir gün hatırlanmamaktan mesela?
“Bebeğim ben öyle şeyler yaşamışım ki ben onu kulağıma damlatırım!”
Ha ha ha ha!...
Benim gibi zor affedenler varsa merak ederler diye bir not:
Nükhet Duru, o karakol gecesi babasına “Sana bir daha hiç sarılmayacağım” demiş. Ve hakikaten de ölene kadar sadece el sıkışmışlar.
“Şekerim esas olan şudur: İçini kirletmeyeceksin!”
Ne yalan söyleyeyim, Nükhet Duru ile masadan kalkınca insan kendini içmiş gibi değil, içinin yıkandığı bir hamamdan çıkmış gibi hissediyor. Ve ben ne kadar geçmişten bahsetsem o geleceği anlatıyor bana:
“Şimdi şöyle mesela kız kuvvetleri olarak sahneye çıkalım istiyorum. Aylin, Ceylan, Jehan, hep birlikte! Gazino kursunlar mesela, böyle bir şey yapalım.”
Bunu öyle bir şekilde söylüyor ki insanın gözünün önüne geliyor. Renk, şatafat, kahkaha, neşe ve Nükhet Duru sahnede! O sahne ışıklarının aydınlattığı, pırıldattığı bir kadın değil, konuşunca anlıyorsunuz. Nükhet Duru hiç sahne ışığı olmadığında, işte esas o zaman parlıyor.
Ece Temelkuran
http://meyhanedeyiz.biz/blog/goster/ece-temelkuran/neticede-bebegim-hikayenin-tamamini-bilmek-istemezler/463
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder