Ben bir müzik manyağı olarak bütün çoğunluk "popsever" gibi ilk önce Ajda Pekkan'a tutulmuştum. Sonra Sezen Aksu, sonra Nilüfer. Ne yazık ki Nükhet Duru'ya en son sıra gelmişti. Hem de 1992 yılında. Tabi ki Nükhet Duru'yu en baştan beri çok seviyordum ama daha "Diva"m değildi o yıla kadar. Sesinin, yorumun muhteşemliği ilk defa o yıl onaylanmıştı. Oysa biliyordum 80'li yılların sonlarına doğru adını hatırlamadığım bir derginin bir araştırmasında 40 müzisyenin oyuyla Türkiye'nin en iyi yorumcusu seçildiğini.
Nükhet Duru basamak-basamak zirveye çıkmamış. O zirveyi hak eden biri olarak ilk albümüyle haklı bir şekilde zirveden giriş yapmış "Bir Nefes Gibi" ve "Melankoli" albümleriyle. Hatta "Bir Nefes Gibi" albümü ilk defa söz ve müziklerin adaptasyon olmadığı ve de bir ekip çalışmasının ürünü olarak müzik tarihimizin dönüm noktası olmuş. Nükhet Duru'nun sonraki dönemlerde bir daha yakalayamadığı bu başarının altında yatan da çok iyi müzik adamlarıyla yaptığı ekip çalışması zaten. Çalıştığı adamlara bakar mısınız; Ali Kocatepe, Cenk Taşkan, Mehmet Teoman, Osman İşmen, Atilla Özdemiroğlu ve Onno Tunç. Başka bir isme gerek var mı?
Her neyse ben bu albümler çıktığında daha ilk okula yeni başlamış bir çocuktum ve Nükhet Duru'nun içimdeki isyana ifade aracı olan soprano sesiyle "Ben Gene Sana Vurgunum" şarkısını "Dön Gene Sana Vurgun" olarak söylüyordum. Ancak 1992 yılında dünyada onu en çok seven kişi olduğumu keşfettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder