Sesi, müziği, yorumu ve tarzıyla Türkiye’de yetişen en özel sanatçılardan biri Nükhet Duru… Güzelliğiyle yıllara meydan okuyan, tabiri caizse şarap gibi bir kadın… Sanat yaşamı boyunca seslendirdiği yüzlerce şarkı, verdiği sayısız konserle ülkemizde popüler kültürün en uzun soluklu isimlerinden biri olmayı başardı.
Asıl ismi Müberra Nükhet Durum. Aslında “Duru” olan soyadlarını nüfus memuru yanlışlıkla “Durum” olarak yazınca düzelttirirler. Nükhet Duru olarak ünlenince de ilk ismi Müberra’yı mahkeme kararıyla kaldırtır.
11 yaşındayken anne ve babası ayrılınca ağır bir travma yaşar; felç olur, yaklaşık 1 yıl yürüyemez… Şarkı söylemeyi çok seven Müberra, annesinin itirazlarına rağmen 14 yaşında kendini Florya Deniz Kulübü’nün sahnesinde bulur. Bir gün şöhretlerin menajeri Zeki Tükel kendisini dinler ve onu Bebek Belediye Gazinosu’nun kadrosuna alır. Sonra alır başını gider; bazı zamanlar bir gecede dört yere çıkar, 16 yaşındadır ama çok para kazanmaya başlar…
70’li yılların başında Mehmet Teoman’la tanışır, Teoman onun için şarkı sözleri yazmaya başlar fakat albümü tamamlayamadan Nükhet Duru rahatsızlanır… Felç geçirdiğini sanırlar, ancak sonradan anlaşılır ki aslında felç geçirmemiş, MS hastalığına yakalanmıştır, 6 ay yataktan çıkamaz… Mehmet Teoman’la çalışmaya başlayınca daha da parlar; 1974’te "Aklımda Sen Fikrimde Sen - Karadır Kaşların" adını taşıyan ilk 45’lik plağını doldurur. Ardından Mehmet Teoman ve Cenk Taşkan’la hazırladıkları "Beni Benimle Bırak" ile büyük çıkış yapar. 1975 tarihli "Beni Benimle Bırak - Gerisi Vız Gelir" adlı 45’liği sanatçıya ilk ‘Altın Plak’ını kazandırır. 1977’de çıkardığı ilk albümü "Bir Nefes Gibi"yle “Yılın En İyi Yorumcusu” ve “Yılın En Başarılı Kadın Solisti” ödüllerine değer görülür. 1978’de Modern Folk Üçlüsü ile seslendirdiği "Dostluğa Davet" ile Seul Şarkı Yarışması’nda birinci olur. 1981’de Sezen Aksu ve Uzay Heparı’yla yaptığı kendi adını taşıyan albüm oldukça ses getirir… "Melankoli", "Ben Gene Sana Vurgunum", "Anılar", "Melankoli", "Cambaz", "Mahmure", "Yasaksa Yasak" adlı şarkıları unutulmazlar arasına girer.
Dönemin ünlü isimleriyle birlikte "Yaşa Sevgili Dünya" (1977), "Merhaba Müzik" (1979), "Ve On Yıl Geçti" (1980), "Operetler" (1982), "7’den 77’ye" (1984), "Carmen -"Kan ve Gül" (1985), "Aşk Olsun" (1985), "Gülümseyen Geceler" (1991), "Müzikomedi" (1992), "Cahide - Bu Bir Efsane" (1998), "7 Kocalı Hürmüz" (1999) gibi birçok müzikalde oynar. Dizilerde rol alır, televizyon programı yapar. 31 yıl aradan sonra 2014’te usta sanatçı Timur Selçuk’la, 2015’te ise pop müziğin romantik sesi Yaşar’la aynı sahneyi paylaşır.
Nükhet Duru müzikal anlamında en son bu yıl Türker İnanoğlu’nun yapımcılığını üstlendiği, Ferdi Merter’in yazdığı, Şakir Gürzumar’ın yönettiği "İstanbulname"de çıktı karşımıza; “Uğurböceği” karakterini canlandırdı.
Geçen yıl "Aşkın N Hali" adlı albümünü sevenleriyle buluşturan usta yorumcu yakın zamanda bir de dizide rol aldı; Şahane Damat dizisinde “Diva” lakaplı bir sanatçıyı oynadı. Şimdilerde de sanatçı dostu Soner Olgun’la “Dost Muhabbetleri” adlı konserler veriyor. Yeni projelerini ise sır gibi saklıyor.
Nükhet Duru sanatı ve yaşamıyla ilgili merak ettiklerimizi samimiyetle yanıtladı:
Müziğe çok erken başlamışsınız; 14 yaşında… Bir gün şöhret olacağınızı hayal ediyor muydunuz? Küçük yaşta sahnelere çıkmak sizden neler götürdü, neler kazandırdı?
Benim derdim şöhret olmak değil, iyi bir müzisyen, iyi bir şarkıcı olmaktı. Bu, yanında başarıyla birlikte şöhreti getirirdi zaten ama ben bunu bilinçli yapmadım. Müzik aşkıyla bu mesleğe başladım ve beni en fazla mutlu eden, tedavi edebilen, üzüntülerimi, sıkıntılarımı ya da sevinçlerimi dengeleyen en etkili şeyin şarkı söylemek olduğunu fark ettiğim için bu kadar peşinden koştum mesleğimin… Getirileri; erken yaşta başarıyı yakaladım ve sonra da bunu sindirme, köpürtme, kendimi daha donanımlı hâle getirme imkânlarını buldum. Kaybettirdikleri; evet yaşanmamış bir genç kızlık olabilir ama sonradan kendi kendime onları yükledim ve çocuksu ruhumun da yardımıyla çoğunu yaşadım sayılır.
Gazinolar dönemi Türkiye’nin müzik tarihinde önemli bir yere sahip. Kariyerinizde nasıl bir yer tutuyor? Neler öğrendiniz?
Ben orada büyüdüm, deneme-yanılma yöntemiyle orada şarkı söylemeyi öğrendim. Aslında kariyerimin başlangıcı önce orkestra sanatçısı olmak, orkestrada dans müziği yapmaktı. Solo kariyerimin başlangıcını gazinolarda okuyup öğrenerek ve her seferinde seyircinin reaksiyonunu ölçerek devam ettirdim. Zamanın gazinoları, benim büyüdüğüm gazinolar gerçekten müzik yuvasıydı, herkes belirgin bir şekilde iyimser de olsa eleştirilerini sunardı. Ve biz kendimizi geliştirmek, daha iyi olabilmek için birinci gazinodan ikinci gazinoya gittiğimizde bile fark yaratmak için çalışırdık.
Ekip çalışmaları 1970'lerin müzik piyasasına damgasını vurmuştu. Siz de uzun yıllar bu şekilde çalıştınız. Alanında en iyi isimler bir aradaydı. Neydi o dönemin sırrı?
O dönemin sırrı; adanmak, yılmadan usanmadan çalışmaktı… 1974'te Cenk Taşkan, Mehmet Teoman, Nükhet Duru ekibini kurduk. Onno Tunç ve Timur Selçuk’un da katılımlarıyla, düzenlemelerde özgün Türk bestelerinin yaratılmasına gayret ettik ve bana özel üretilmiş besteler yapıldı. Söylemek istediklerimi, beni ilgilendiren sosyal konuların altındaki duygularımı, yaklaşımımı belli eden şarkılardı bunlar. Hatta “benim hayat hikâyemdi” diyebiliriz.
Öte yandan bu birliktelikleri siz hâlâ devam ettiriyorsunuz en azından konserlerde. Örneğin usta müzisyen Timur Selçuk, Yaşar, Soner Olgun’la... Bu etkileşimlerden neler kazanıyorsunuz?
Sevdiği insanlarla müzik yapmaktan hoşlanan biriyim. Sevgi büyüyor, köpürüyor, daha kuvvetli bağlarla birbirimize bağlanıyoruz; çünkü sahne üzerinde şarkı söylerken, müzik yaparken oluşan ilişki çok başka bir şeydir. Er meydanında omuz omuza yürümek demektir o! Bu benim çok hoşuma gidiyor. Bir başıma olmak yerine, hep sevdiğim insanlarla düet yapmak, onlarla beraber müzik yapmak, paylaşmak, sonra da seyirciye aktarmak… Üzerine kattığın bir fark olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir insan evinden çıkıp sizi izlemeye geliyorsa albümde dinlediği gibi bir şeyi ona veremezsiniz… Ayıptır! İlaveleri olmalı bunun, farkı olmalı. Onu bir daha gelmek için, sizi sahnede görmek için, yaşanamayacak bir geceyi bir kereliğine yaşamak için heves edindirmelisiniz. Bu yüzden bunları hep devam ettirmek istiyorum.
Sanat yaşamınız boyunca birçok müzikalde rol aldınız. En son Ferdi Merter’in yazdığı, Şakir Gürzumar’ın yönettiği “İstanbulname” adlı müzikalde “Uğurböceği” karakterini canlandırdınız. Müzikaller sizin için ne ifade ediyor?
Kolektif çalışmalardan çok zevk alıyorum; oradaki dans ve oyuncu grubu, provalar, provalarda içilen çay, kahve, sohbetler, sonra aynı oyunun heyecanıyla açılış yapmak, finaldeki alkışı paylaşmak… Bunlar benim yaşam biçimim diyebilirim.
Türk izleyicisinin müzikallere ilgisi eskiden nasıldı? Bugün nasıl?
Türk izleyicisinin iyi bir şeye ilgisi her zaman vardır. Bütün mesele, o iyi şeyi anlatabilmek, tanıtabilmek, haberini verebilmek… Tabii günümüzde bazen acı olaylarla karşılaşıp önemli sanat olaylarını sekteye vurduruyoruz… Bunun bir süreç olduğunu, düze çıkacağımızı düşünüyorum, asla umuttan vazgeçen biri değilim.
Tiyatro önemli bir sanattır, o geceye mahsustur, orada oynanır, yaşanır ve biter. Ertesi gün başka bir şeydir… Aynı şekilde müzikal de içeriyor bunu, konser de… Yani söylemeye çalıştığım; belgelenmiş, montajlanmış, teknolojik birikimle süslenmiş bir filmi tabi ki bir başyapıt olarak bir ömür saklayabilirsiniz. Ama bir tiyatro ya da müzikaldeki geceyi bir daha yaşayamazsınız, göremezsiniz. Hep bunu söylemeye çalışıyorum.
Sizin kuşağınızdan çoğu müzisyen dönemin ruhuyla arabeske yönelmişti. Siz kolayı değil, zoru tercih ettiniz yıllarca. Özellikle şarkı sözleriyle... Aysel Gürel, Sezen Aksu, Timur Selçuk, Murathan Mungan, Lale Müldür gibi isimlerin satırları vardı şarkılarınızda. Neden ve nasıl arabesk yoluna hiç sapmadınız?
Başlangıcımda yoksa ortalarda ve sonlarda niye yapayım? Benim başlangıcımda Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet, Ümit Yaşar Oğuzcan, Cahit Sıtkı Tarancı var… Yahya Kemal var… Bu şairlerin şiirlerini müziklendirerek söylemiş bir genç şarkıcının daha sonra kolay müşteri tutabilmek adına tarzını değiştirmesini doğru bulmadım. Severim, dinlerim, hoşlanırım ama ben kendi kariyerimde çok ekonomik yer veririm.
Nükhet Duru denilince hafızalarda güçlü sesin/sanatın yanı sıra giyiminiz, klasikleşmiş makyajınızla sizi siz yapan çok bilindik bir görüntü var. Yeni bir müzisyen çıkarken artık zorlama imajlar yaratılıyor. Kendiliğinden gelen bir imaj sizinki… Yılların da etkisi var elbette ama bu nasıl oluştu?
Bu öyle çok hesaplanarak oluşmuş bir şey değil ama içgüdülerle oluşmuş diyebilirim… Topuzum, halka küpelerim, koyu renk saçlarım, değişmeyen tarzdaki giyimim, modayla çok takılmayan, tamamen kendi modasını kendi yürüten bir şarkıcı… Bu tamamen içgüdüseldi… Elbette ki annemin modacı olmasından kaynaklanan bir takım temel bilgilerim vardı ama benim şahsiyetim de zaten hayal ettiği elbiseleri giymeye müsait bir kadın şahsiyetiydi. Revü yıldızı gibi yaşamayı ve onları giymeyi istedim; kitabına uydurdum, giydim!
Sahneye çıkmadan önceki ruh haliniz nasıldır? Şarkı söylerken neler hissediyorsunuz?
Çıkmadan önce şu 3 şarkıyı bir geçirsem de, sonra düzlüğe gelsem diye düşünürüm… Hâlâ çok heyecanlanıyorum. “40 yılını sahnede geçirmiş bir insan nasıl heyecanlanır?” diyorlar, ben de buna şaşırıyorum. Sanki her gece aynıymış gibi… İlk 3 şarkıyı atlatmadan normal düzenime geçemiyorum…
Sahne dışında nasıl bir insansınız?
Valla halim-selim, sakin bir insanım… Sahnedekinin başka biri olduğuna kendimi o kadar inandırdım ki; oradaki kişi, o ışığı yandığı zaman en özgür halinde oluyor… Hayatta yapamayacağım, utanacağım her şeyi sahnede yapabiliyorum. Bu da garip bir duygu… “Orada yaptığını şimdi şurada yap” desen, hayatta yapamam. Utangaç bir insanım normalde. Ama sahnede öbürü geliyor, ne yapıyorsa yapıyor…
Günümüz müzik piyasasında iyi bir yapıt gerçekten de yolunu buluyor mu? Reyting kaygılarını ne kadar aşabiliyor?
O kadar göreceli oldu ki bu artık, arada sıkışmaz gündeme yenilmezse iyi bir şey mutlaka ortaya çıkıyor. Çünkü iyi bir şeyi toprakla örtemezsiniz. Bu sene çıkmaz, 2 sene sonra çıkar, buna inanıyorum…
Yakın zamanda “Şahane Damat” dizisinde “Diva” lakaplı Perihan Işık adlı bir sanatçıyı oynadınız. Karakteri nasıl şekillendirdiniz?
Bir oyuncunun nasıl düşündüğünü, nasıl düşünmesi gerektiğini öğrenmiş biriyim. Birkaç kişinin karakterini kimliğimde kokteyl yaptım, çok da zevk aldım. Bir yaz dizisiydi, gündemin çok farklı bir yere kaymasından dolayı 8 bölüm dayanabildi. Ne mutlu ki bazı diziler 3-4 bölümde pes ederken bizimki pes etmedi… Seyredilme oranı ilk 3 hafta ilk 5’teydi ama şartlar ve düzenler yeniden yapılmalıydı, ona kurban gitti…
Soner Olgun’la “Dost Muhabbeti” adı altında konserler veriyorsunuz? Bu proje nasıl doğdu? Birlikte çalışmaya nasıl karar verdiniz?
Bu gerçekten 2 dostun projesidir. 2 dost sanatçının beraber şarkı söylemekten zevk aldığı, hani vardır ya âşıkların atışması gibi, öyle bir noktada cereyan eden konser dizileri oluyor… Mesela onun hiç aklına gelmeyecek bir şey benim aklıma geliyor, pat diye okuyorum… Benim hiç aklıma gelmeyecek bir şey de onun aklına geliyor, okuyor… Repertuvarımızda da İngilizce klasikten ya da operadan tut, türküden, Türk Sanat Müziği’nden, kendi klasik şarkılarımızdan karışık bir tat var. Bunların her biri yan yana geldiğinde sırıtmıyor, çünkü kayıtlarımızı izledik, genel dokuyu tutturduk.
Yaz boyunca Sabancı Müzesi’nde caz konserleri verdiniz. Yeni kuşak dinleyicinin belki de pek sizden dinlemediği bir tür caz. Atmosferiyle, dinleyicisiyle nasıl geçti konserler? Devam edecek misiniz?
Cazı başka yerlerde de devam ettirmek isterim, çünkü yapmak istediğim bir müzik türüydü. Küçükken, orkestra içindeyken kulaklarım caz melodileriyle bezendi… Her müzisyenin de hayalidir caz yapmak, caz akorları üzerine şarkı söylemek veya söyletmek… Ben de bu keyfimi sürdürebildim. Profesyonel olmaktan çok, mutlu olmak ve mutlu etmek için yapılmış gecelerdi. Daha sonra neden olmasın, devam edebilirim. Benim projelerim bitmez başka proje var şimdi aklımda!
Oğlunuz Cem’le ilişkiniz nasıl? Nasıl bir modelsiniz onun için? Onu bu camiadan uzak tutmayı nasıl başardınız?
Oğlum için tabii ki çok özel bir anneyim… Ayakları yere basan, delikanlı bir anneyim. Hiçbir zaman ona yaptırımda bulunmadım ya da şunu şöyle yap, bunu böyle et, bunu da yanlış yapmışsın demedim. Hepsini kendi koklayarak bulsun istedim. Despot annelerden olmayı sevmiyorum. Ama örnek teşkil ettim, sorumluluk duygumu ve çalışma disiplinimi o karşıdan kayıt etti. Aynı şeyi zaman içinde uygulayacağını düşünüyorum. Şimdi okulunu da yeni bitirdi, geldi çalışmaya başladı, uyguluyor tabii ki ama genç. Olgunlaştıkça daha mükemmel bir adam olacağını biliyorum.
Bir kitap hazırlığı içinde olduğunuzu öğrendik. Kitap yazma fikri nasıl oluştu? Nasıl bir kitap olacak? Ne zaman yayımlamayı planlıyorsunuz?
Kitapta İstanbul gece hayatında şahit olduklarım, yaşadıklarım, benim gözümle ve yorumumla anlatılacak… Hiçbir olumsuz, kimseyi rahatsız edecek bir anı, bir anekdot yer almayacak… Ama eğlenceli olmasını öngörüyoruz. Çok düzgün bir yayıneviyle anlaştım, inşallah 2017’nin ilk aylarında okuyucularla buluşturacağım. Bir referans kitabı olsun istiyorum…
https://kultursanat.halkbank.com.tr/ayinkonugu/index/nukhet-duru/1385
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder