1979 yılında, Rumelihisarı'ndaki 'Merhaba Müzik' müzikalinden bu yana 35 sene geçmiş. Hatırladığımız, bildiğimiz, çarpıldığımız ve İstanbullu divanın kendi adına yazılmış ilk sahne çalışması.
Oysa '77 yılına ait bir kabare çalışmasıdır Duru'yu sahne sanatları geleneğimizin henüz yazılmamış tarihine yerleştiren. Ali Poyrazoğlu ve Korhan Abay'la birlikte rol aldığı 'Yaşa Sevgili Dünya' adlı bu ilk kabare çalışmasında kabare o olur, o kabare olur ve yalnızca Liza Minelli, Shirley Bassey ve Eartha Kitt gibi kabare yıldızlarının yanında anılmayı hak eder artık ve Türkçe yazılmış müzikal ve kabarenin son 40 yıllık tarihi o olur bundan sonra. Kabaredir Nükhet Duru. Çünkü şarkı söylemek, dans etmek gibi zaten olmazsa olmaz yeteneklerin yanında çok yönlü bir oyunculuk isteyen bu tür, adeta onun için yazılmıştır ve üstelik batıdan gelen bu tarz, meddah geleneğinin bir başka versiyonu olmuştur sanki onun yorumunda. Hem kendisiyle dalga geçebilmek, hem seyirciyi oyunun içine sokarak eğlendirebilmek ve sahnedeyken güncel olanı sorgulatabilmek için gerçek hayatta güncel olanın sıkışmışlığından kurtulmuş bir zeka ve duyarlılık ister ki, o Nükhet Duru'dur.
Nükhet'in seyircisi her çalışmadan sonra başka bir ifadeyle tanımlama gayretine girer, yeni bir isim koyar ona, heyecanını dile getirebilmek için. Mesela o bir sahne kadınıdır; çünkü sahnenin her anına ve her milimine hakimdir, 'auiditorium'daki en uzak seyirciye kadar. Sahne canlanır, kanlanır o girdiği andan itibaren ve anıtlaşır bitirdiği anda. Ondan kalan renkler ve sesler o sahnenin silinemeyecek tozları olur ki, o yüzden hem Rumelihisarı hem Harbiye Açıkhava sahneleri boşken bile ondan kalan izlerle doludur. O bir konser şarkıcısıdır çünkü 'konser' sözcüğünün, Latince manasındaki gibi 'beraber hareket etmenin' ne demek olduğuna, yani sahne üstündeki diğer müzisyenlerle ve enstrümanlarla aynı anda nefes alıp vermenin nasıl mümkün olabildiğine an be an yakından tanıklık ederiz onun konserlerinde.
O bir canlı performans 'artist'idir; çünkü daha önceden yazılmış, söylenmiş ne kadar şarkı varsa, o söylediği anda sahnede yeniden yaratır ve bir sanata dönüştürür daha önceden bilinen ve kanıksanan her notayı. Bu anlamda, her eserin her defasında, her okuyucu-seyirci tarafından yeniden üretildiğini söyleyen post-modern sanat analizlerinin de başka bir örneği olur sahnede. Önce kendisi yeniden keşfeder o çok bildik şarkıyı ve sonra da dinleyicisine farkettirir o ana dek gizli kalmış onca ayrıntıyı. Salt bir konser değildir artık onun sahnesi.
Böyle gecelerden ve yukarıda yazılanların yazılmasına sebep olan büyülü performanslardan birindeydik bir yaz gecesi rüyası gibi bir İstanbul akşamında.
'Destina' bittiği anda seyirci çok uzun zamandır hasret kaldığı bir rahatlama ve boşalma refleksiyle adeta gürledi alkışlarıyla. Aynı kendinden geçme halini ve esriklik coşkusunu bir diğer doruk, 'Dönülmez Akşamın Ufkundayız'da yaşattı bize Duru, ismiyle müsemma bir duygu yoğunluğunda... bir su zerreciğinin içinde varolan sınırsız okyanusların çağıltısıyla ve bir o kadar da bir su damlası duruluğunda.
Ve o anlarda Klasik Türk Müziği'nde Müzeyyen Senar geleneğinden başka tek farklı ekolün Nükhet Duru tarzı olabileceğini düşünmemek mümkün olamazdı. Bu alışılmadık söyleyişin, çoktan yok edilmiş ve alçak gönüllülüğü şiar edinmiş bir Anadolu'lu ruhla, kibirden bir o kadar uzak eski zaman Dersaadet'inin 18.yy asaleti ve Bizans kilise müziğinin tanrısal sadeliğinin aynı topraklarda yaşamış olduğunun bir kanıtı olan müthiş bir terkipten beslendiğini kavrıyoruz üstüne düşünmeye başladığımızda. Tamburi Cemil Bey'in mızrak vuruşlarını yakalıyoruz çok derinlerden yakalanan her iç geçirişinde. Öylesine hüzünlü ve öylesine bu dünyadan uzak.
İşte bu yüzden tek bir an'ın dışındadır bu kadınla geçen zamanlar. Bir anın içindedir geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek. O yüzden bir pop müziği şarkıcısı değildir ve bugünün seyircisini eğlendirmekle mükellef değildir. Geçmişi bize yaşatırken düşündürür ve bir iç hesaplaşma halinde felsefenin sularına sürükler. Ne kadar hüzünlenseniz de ağlamazsınız hiçbir Nükhet Duru şarkısında; bir tevafuk duygusu yaşarsınız yalnızca. Bugüne dair bir şey söylerken 'carpe diem'dir omuzlarıyla, kaşıyla, gözüyle, nüktesiyle ve ince mizah duygusuyla. Gelecek ise hayaller, umutlar ve ıslah olmaz bir iyimserlikle önümüzdedir, hayat umutla başlar onun dünyasında. Birinden bir diğerine atlaya zıplaya geçer sahnede seksek oynayan kız çocuklarının rahatlığında.
Besteleri, düzenlemeleri ve hatta düetleriyle ilk plağından itibaren hep yanında olan, ve Nükhet'in hep aşk duygusuyla bağlandığı hocası büyük Timur Selçuk 30 yıl aradan sonra tekrar başlayan bu konser dizisinde piyanosuyla, sesiyle ve elbette yine bir 'konser' geleneği olan 'birlikte varolma' haliyle yine bizimleydi ve bu doyulmaz geceye unutulmayan şarkılarıyla bir daha rastlanmayacak bir tat verdi.
Bir sanatçının muktedir olana en güçlü muhalefetinin eserleri olduğunu ve bu konuda Timur Selçuk'un kimselerle kıyaslanmayacak bir müzikal geçmişini hatırladığımızda, şarkı aralarındaki günlük siyasete dalışlarının programın kabare özelliğini bozduğunu söylemek zorundayız. Tek taraflı ve seyircisiz, diyalogsuz yani kabare kültüründen uzak, kendi fikirlerini bir başöğretmen edasıyla başımıza kaktığı, daha doğrusu başıma demeliyim çünkü seyirci pek memnundu bu haddini bildiren üsluptan, yalnızca hicap duydum . Zeka dolu esprilerden söz etmiyorum, örneğin 'muhafaza' altına alınmaya çalışılan cinsellik ve aynı zamanda kafamıza kafamıza dayatılan politik söylem ve üslupla dalga geçerken, balkon konuşmalarının nereden yapılabileceği önerisi zarif ve bir o kadar da unutulmaz kıvamdaydı. Ve 'Ekonomi Tıkırında' gibi hiçbir zaman geçerliliğini ve güncelliğini kaybetmemiş şarkılarıyla hiciv yaparken artık başka sözlere zaten gerek yoktu. Elbette 'generallerin ve diğer TSK mensuplarının içerde gereksiz yere yatışlarına' şarkı adayabilir ama bunu bize dayattığı anda eleştirdiği tarafın dilini konuşur olur ki, hayır, her türlü dayatmaya hayır. Biz Timur hocanın benzersiz şarkılarını dinlemek için oradayız ama düşüncelerini dinlemek için değil. Yanımdaki arkadaşım, ' neden artık böyle şarkılar yapmıyor' derken yanıtı sahnedeydi aslında. Bir sanatçı her duygusunu ve her türlü muhalefet duygusunu yalnızca eserleriyle ifade etmek durumundadır, özellikle o sanatçıyı eserleri için dinlemeye gittiğimiz bir ortamda. Başka bir konferans veya seminerde kendisinin müstesna görüşlerini dinlemekten zevk duyarım ancak. Generallerin mağduriyeti ve benim ve göremediğim birkaç kişinin dışındaki 2500 kişinin çılgınca alkışlaması söz konusu olunca, aynı kurumun el bombasıyla paramparça edilmiş ve bedeninin her bir tarafı başka bir yerden annesi tarafından toplanmış kız çocuğumuz Ceylan Önkol için Sezen'in yazdığı ve Nükhet'in bir kez daha yürek parçalayıcı bir ağıta dönüştürdüğü 'Ceylan' şarkısının okunması elbette teferruat olurdu. Ayrıca son derece şık hanımlar ve beylerin keyfini kaçırmanın ne manası olabilirdi ki?
İşte o anda sahnede bütün bunlara sessizce bakan ve saygısından en ufak bir esirgemede bulunmadan hocasını dinleyen bir anneyi görüyorduk. Yıllar önce 'Harp Ve Sulh' diye bir şarkı okumuş ve bu gece yine 35 yıl önceki aynı albümden 'Büyüme Çocuk'u söylerken bize çocuk ölümlerinin, çocuk mutsuzluklarının ve çocukluk hayallerinin yok edilmesinin bu topraklarda nasılda bir kara yazgı olduğunu bir caz doğaçlaması feryadında bize aktarırken, her hecesinde 'ben anneyim' diyen bir kadını görüyorduk. O bize 'Ceylan'ı bambaşka bir şekilde söyledi aslında. Her şeye ve herkese rağmen.
'İspanyol Meyhanesi'yle finali yaparken, şiir ve müziğin emsalsiz bir şekilde birbirini tamamladığı bu olağanüstü Timur Selçuk şarkısında, Duru, yalnızca yaşlanmakta olan bir kadının çaresizliğini değil ama aynı zamanda yalnız bırakılan insan tekinin tarifsiz acısını ve çocukluğunu yitirmiş bütün yetişkin insanların trajedisini canlandırdı bu ölümsüz yapıtın bugüne kadar dinlediğim en güzel yorumunda. Bezgin, ağlamaklı ve hayli yıkılmış, hüzün dolu, kahır dolu bir beden diliyle '' bitsin bu işkence, öleceksek ölelim'' derken.
LEVENT K
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder