28 Nisan 2012 Cumartesi

Nükhet Duru İle Sürgünde Yaşamak


Usul usul kuşatmıştı beni. Teslim almıştı. En güzel baladları o söylemişti. Tüller uçuşuyordu. Kendimi şarkılarının insafına terk etmiş gibiydim. ("size borcum yok anılar... en güzel yıllarımı verdim hepinize...") Puslu bir kadın gölgesi beliriyor aynada. Elinde bir mum. Işığı alttan vuruyor yüzüne, saçları yakamoz ıslağı. Belki de bir yazar için, hangi yaşında kalkışırsa kalkışsın sadece bir kez yapabileceği çok özel bir söyleşiydi bu. Şimdi daha iyi anlıyorum... Hep gizlemiştim. İtiraf etmekten çekinmiştim -kendime bile- bir tutku olmuştu O. ("içimde bir nefes gibi...")

Dahası hiç unutmadığım, yüreğime yerleşip orada çoktan sonrasız hayata kavuşan şarkılarını. Karşıma çıkan her insan da biraz da o şarkıları yedeklememiş miydim zaten? ("Ben gene sana vurgunum...")

Geceye çakılıyorum. Hüzne, karanlığa çakılıyorum ansızın. Bir çift olağanüstü güzellikteki göze çakılıyorum umutsuzca. Yerçekimi olmayan o şarkılara… Nükhet Duru'ya. Düşler serpiliyor omuzlarıma. Ürperiyorum. Hep onu düşünüyorum tanıştığımız akşamdan beri. Hep ondan söz etmek istiyorum. O kadar onunla doluyum ki... (" ...kır dümeni acılarının üstüne, çek ayrılığın sürmesini gözüne/Ya sen beni vur, değsin öldüğüme/Ya da ben gideyim beni alıp sürgüne...")

O yoğun, canhıraş sevgiden, beğeniden, şarkılarından ayıramıyorum gözlerimi. Büyülenmiş gibiyim. ("Dün gece sen uyurken, yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana/İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte, yeni bir isim verdim sana...")

Lunapark, Çakıl, Gar, Aşiyan, Maksim, Bebek Belediye Gazinolar'nın neonları alıyor gözümü. Derken, Rumeli Hisarı. "Merhaba Müzik", "Saz Mı Caz Mı", "Cahide","Yedi Kocalı Hürmüz" müzikalleri... Şan Tiyatrosu'nun açılış gecesi. Cemal Reşit Rey piyano çalıyor. Nükhet siyah tuvaletiyle bir yıldız yağmuru altında. ("...yaşamımın gizini vereceğim sana...")

"Cahide"de gerçek bir grande-dame, bir primadonna'ydı. Duruşu, sesi, makyajı, güzelliği, üstün yorumuyla.

Cahide'ye mi, Nükhet'e mı aşık olmuştum? Artık ne önemi var. Bir gecede ezberlemiştim müzikalin tüm şarkılarını. ("İşte bir sahne, bu bir piyes ya da dekor, bir aktis ya da kulis.. Kimbilir?")

Plaklar, ödüller, konserler. ("Sanırsın demin o değildi sahnede, devleşen başka biriydi/ Kırmızı, yeşil ışıklarla az önce koskoca bir senfoniydi...")

Manolya küskünlüğündeydi buğulu bakışları.

Kimseye hesap vermemiş, bütün hesaplarını kendi ödemiş, şarkılarını kendince seçip söylemişti. Alışılmışa gönül indirmemişti hiç. Bu nedenle eskimemişti şarkıları zaten. Klasikleşmişti. Dahası, plastik sansayonların olası fırsat rantından da uzak kalmıştı her zaman. "İşte hayat, bak ben buradayım," diyebilmişti...

Ajda'nın yerli beste okumaya karar verdiği yetmişli yılların ilk yarısı. Mehmet Teoman ve Cenk Taşkan’ın "Beni Benimle Bırak" şarkısı önce Ajda'ya öneriliyor. Pek ısınamıyor melodiye Ajda ve şarkı Nükhet'e kalıyor.

Lunapark Gazinosu’'da Zeki Müren ve Ajda Pekkan ile çalışmakta o yıllarda… İlk plak. Hemen ardından, "İki Gözyaşı", "Yıldızlar", "Kulis", "Melankoli", "Sevda", "Nadide", "Büyümeye Özenme Çocuk", "Deprem", "İyi Oldu Gemediğin".

* En güzel şarkı sözleri seninle başladı, diyebilirim. Sabahattin Ali, Murathan Mungan, Korhan Abay'ın dizelerini de okudun.

- Şiirsel şarkılar diyorum ben onlara. Kesinlikle havaya uçan şarkılar söylemedim. Böyle bir şey yapsaydım, tirajı en yüksek şarkıcılardan biri olurdum inan Pınar. Söylediğim her şarkının melodiyle bütünleşmesine, tortusunun yıllarca kalmasına özen gösterdim sürekli.


* Her şarkıda ayrı bir Nükhet vardı sanki. Dişi, sıcak, küskün, neşeli, isyankar, en güzel yenilişleri haykıran bir kadın. Farkında mısın, her şarkıyı yaşar kıldın yorumlarken...

- Şarkılarımı teatral biçimde sunmaya çalıştım hep. Öyle dümdüz okumadım hiçbirini. Örneğin, "İspanyol Meyhanesi"ni sahnede yorumlarken o kahredici, o kanatan acıyı, o coşkuyu hissediyordum her defasında. Tam yüreğimde hissediyordum.

Durmadan anlatıyor. Soluksuz dinliyorum. Şimdi nasıl söylesem, neredeyse yüzyıllık yalnızlığımı yıkan o şarkıyı ilk dinlediğimde yaşadığım hüznü? ("Senin olan hiçbir şeyi kırıp atmadım/Resimleri, mektupları yırtıp atmadım/Yastığımda hala bir tek saçının teli/ O gün bugün yatağımda sensiz yatmadım/Nasıl unutursun sendeki beni/Nasıl olur aramazsın sendeki beni / Gözüm gibi saklıyorum bendeki seni / O gün bugün hiç kimseye dönüp bakmadım...")


* 1980'lerin hemen başında "Carmen" müzikali gelmişti. Bir hayli olumsuz eleştiri almıştı hatırladığım kadarıyla...

- Daha önce de söylediğim gibi, "Carmen"in sahneye konuşu ve genel rol dağılımıydı sorun olan. "Şen Sazın Bülbülleri"nin ardından, Şan Tiyatrosu'nda Bizet'in "Carmen"i ağır geldi doğal olarak. Çok çalışıldı, emek verildi ama Başar Sabuncu'nun bu epik tiyatro denemesi olmadı. Benim hep savunduğum, eğer "Carmen"in müziklerini Atilla Özdemiroğlu yapsaydı ve Türkiyeli bir "Carmen" yaratabilseydik, çok uzun süre sahnede kalabilirdi. Gerek dansları, gerek müziği fazlasıyla sofistike bulunmuştu. O günlerde eseri sahiplenişim ve rolümde gösterdiğim başarı hayli tartışılmıştı, hatırladığın gibi.


* "7’den 77'ye Müzikaller"i de izlemiştim. Nefis bir sahne vardı. Adile Naşit ile bir örnek giysiler içinde meşhur "Hello Dolly"i söylediğiniz.

- Çok şekerdi değil mi...


* Ve "Yedi Kocalı Hürmüz"... Ayfer Feray, Ayten Gökçer ve hatta Türkan Şoray'dan sonra cesaret isteyen bir projeydi. Ürkütmedi mi seni?

- Hayır. Böyle şeyleri oldum olası çok seviyorum. Kendimi ispatlama fırsatı buldum. Farklı bir Hürmüz oynuyoruz daha güncelleşmiş bir Hürmüz. Tiyatro devam edecek tabii.


* "Düşkünüm Sana" sinemada son filmindi.Yeniden sinemaya nasıl bakıyorsun?

- Tekrar sinema yapacaksam, çok iyi bir senaryo olmalı öncelikle. Ticari değil, iyi bir film olsun, yani söylenecek sözüm, bir nedenim olsun istiyorum. Acelem yok.


* Anılarını yazmakla da mükellefsin bence.

- Evet, böyle bir düşüncem var. Herşeyi, kırgınlıkları, küskünlükleri, tökezletenleri, yeniden başlamalarımı. Benim toparlamam lazım. Yoksa yerime başkaları gerçek olmayan şeyler kurgulayabilir. Haklısın Pınar, bir döneme tanıklık etmem gerekiyor. Mecburum buna.


* Kendine objektif olarak bakabiliyor musun?

- Şimdi şimdi, diyebilirim. Eskiden hiç bakamıyordum. Belli bir olgunluk gerekiyor kuşkusuz. Belli ölçüleri aşmış olmak gerekiyor. Kişinin öncelikle yaptıklarından, başarılarından etkilenmemesi gerekiyor. Alıştığından kolay vazgeçen biri değilim. Evet, kesinlikle bir saantçının yaşamını sürdürebilmesi için sosyoloji bilmesi şart. Hangi zamanda, hangi şarkıyı çıkarması gerektiğini örneğin.

- Elbette çok şanslıyım, sahneden kazandığım için, kasetten gelecek para beni bağlamıyor. İstediğim şarkıları seçip okuyabildim.

- Doğru, şansımı ben yarattım, diyebilirim. Ve yarattığım şanslarımda beni destekleyen, yardımcı olan dostlarımı hep yanımda buldum. Bulabildim. Şöyle geriye baktığımda, sanat yaşamımda kösteklenmeye daha bir açıkmışım sanki, diye düşünüyorum. Hayli nasibimi aldım bu tür engellemelerden, kıskançlıklardan. İnatçıyım ama, kolay vazgeçen, pes eden biri değilim. Her defasında yeniden başlayabilirim. Yarın her şeyimi yitirsem yine en başından başlayabilirim. Bu gücüm var.

Geriye kalanı yazdım. Belki de hepsi tozlanmış, çizilmiş anılarımızdan bir türlü silemediğimiz, şimdilerde sadece yüreğimizde çalan plaklara kulak verdim yeniden. Yazımı noktalamadan önce tek bir şey istedim: "Beni benimle bırak"masını. Artık yağmur yağabilir, düşlerim yalnzılık olarak geri dönebilirdi.

Işıklar karardı birden. ("...oyun bu gelip geçer/Bellidir bütün roller/Mucizeler peşinde koşmak ziyan keder/Kimi zaman ağlarız, kimi zaman güleriz... Ölümün adı tören, yaşamak bir şölen...") Tanımıştım bu sesi; Cahide’ydi."Hayır, ben Nükhet," diye fısıldadı gülümseyerek. Yüzüne baktım. Saçları yakamoz ıslağıydı. Güzeldi. Çok güzeldi. Soluk kesecek kadar...

Gözlerinde hep o manolya küskünlüğü... Sustu. Bir şey düşünür gibi. Bir şey arıyor gibi. Bir şey söyleyecek gibi, sustu. O an, gelinliği içinde Hürmüz'ü ayrımsadım salonun tam girişinde. ("A kınası bol elim, sen neler, neler gördün. Kaç sandık dolu çeyiz, kaç güvey, kaç düğün..."). Nükhet Duru ile en son bir Tv programındaydık. "Adı Diğer Kadın" adlı kitabımı konuşacaktık. Kameralara, tv stüdyolarına alışık olmama rağmen, itiraf ediyorum Nükhet Duru ile karşılaştığımda bir an titredim. Sanki tüm sözcükler uçup gidiverdi aklımdan. Kısa bir şok diyelim. O kadar güzel, o kadar güzeldi ki Nükhet. Bu güzelliğin sürgününde buluverdim kendimi. Yüzünde bahar tazeliği, bakışlarının derinliklerinde açıklı, koyulu binbir meneviş kaynaşıyordu ve gözleri, yıldız sağnağına tutulmuş bir gece gibi aydınlık ve füsunlu, insanı şaşırtan, tatlı bir tebessümle bakıyordu...


Pınar Çekirge
mavi-nota.com
29.06.2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder